Yine tanıdık banyo kavgasına uyandı. Son iki haftadır olduğu gibi.. Hemen yan taraftaki banyonun önünde duvarları aşıp gelen bir ağabey kardeş tartışması yaşanıyordu.
Jun Woo:
-Ya, benim acelem var bir kere okula yetişeceğim daha! Jun Se:
-Benim okulum yok mu sanıyorsun? Eğer profesör Kim'in dersine bir kez daha geç kalırsam beni almayacak!
Rae Na duyduklarına dayanarak Jun Woo'nun bir dahaki hamlesinin ne olacağını biliyordu. Tartışmanın tam bu kısmında Jun Woo, Jun Se'yi ittirip içeri girmeye çalışırdı, Jun Se de ona karşılık vermeye kalkınca ikisi birbirlerine girerlerdi ve bir tarafın çekiştirmesiyle yere yığılıp, orada tepinmeye devam ederlerdi. Evet evet, çok çocukça.
Rae Na'ya göre Jun Woo'nun böyle davranması normaldı ama Jun Se ilk bakışta çok daha oturaklı bir tip gibi görünmüştü gözüne. Onun da aynı şekilde çocukça davranması şaşırtıcıydı.
Koridordan gelen patırtıya bakılırsa hala yerdelerdi. "Bari benim bir işime yarasın bu durum" diye düşündü ve yataktan kalkıp önceki gece kapının arkasına astığı havlusunu aldı ve sessizce kapıyı açıp yerdekilerle göz teması kurmamaya çalışarak çabucak yandaki kapıdan banyoya girdi. O kapıyı kaparken hala boğuşan Jun Se durumu farketmişti bile:
-Ya ya ya! Jun Woo kalk üstümden Rae Na girdi yine yaaaa!!
-Ne? PARK RAE NA! HİLE YAPIYORSUN! Çıksana!!
Rae Na tabiki cevap vermedi. 15 dakika sonra işini bitirmişti, havluru saçına sarıp kapıyı açınca kapıya yaslanmış Jun Woo ve Jun Se'nin üzerine yığılmasından son anda kaçabildi. Rae Na:
-N-noluyo ya!
Jun Se:
-Çok garip, hiç ses çıkarmıyorsun. İçeride ne yaptın öyle?
Jun Woo:
-Koku da gelmiyor bak. Cidden ne yaptın ki? Rae Na ters ters baktıktan sonra havlusuna dokundu:
-Kusura bakmayın gençler sıcak suyu birazcık tüketmiş olabilirim. Eh, idare edeceksiniz artık.. Jun Woo:
-YA! BUNA HAKKIN YOK! YİNE Mİ SOĞUK SU YA!
O kendi kendine söylenmek gibi bir gaflete düşünce Jun Se bundan yararlanıp banyoya daldı ve kapıyı kilitledi:
-Benimki en azından ılık olacak!
Rae Na odasına geçip giyinmiş, saçını kurularken Jun Woo'nun annesinin sesi duyuldu:
-KAHVALTI HAZIR HALA GİYİNMEDİNİZ Mİ SİZ!
Rae Na inip herkesi selamladıktan sonra her zamanki gibi masaya babasının yanına oturdu. Tae Sang:
-Rae Na, Jun Woo ve Jun Se uyandı mı? Gelmiyorlar mı aşağıya? Rae Na gülümseyerek:
-Yukarıdaki gürültüleri duymadınız mı, kalktılar tabi. Rae Na'nın babası birden bir şey hatırlamış gibi Rae Na'ya döndü:
-A bak, haplarım bitti demiştin dimi, çıkmadan önce isimlerini bir daha yaz da bugün unutmadan onları alayım. Rae Na kafasıyla onaylarken:
-En az 10 yıldır aynı hapları kullanıyorum ve sen hala bana isimlerini sorup duruyorsun. Bazen babam olduğundan şüphe ediyorum, hayır yani nasıl benim gibi zeki bir kız seninle aynı genleri taşıyabilir ki?
Masaya Tae Sang ve Tae Kang'ı kapsayan belli belirsiz bir gerginlik düştü. Tae Kang bunu bozmaya çalışarak gülümser gibi oldu ve:
-Bakıyorum da pek bir mütevazıyız bugün? Rae Na saçlarını arkaya doğru savurarak:
-Tabi canım, her zamanki halim.
-Ben de harçlığını verirken biraz mütevazı olsam nasıl olur acaba...
Tae Sang gülerek onlara baktı:
-Hyung, ne ilacı? Tae Kang:
-A, anlatmamış mıydım daha önce, kalbi için, Rae Na'nin kalbi için.
Jun Woo'nun annesi endişeyle bakarken:
-Rae Na'nın kalbi, için mi? Rae Na babasını beklemeden bu soruyu cevapladı:
-Doğuştan gelen bir şey. Annemde de varmış, şey gibi, kalbim arada sırada tekliyor. Tae Kang:
-Şakası yapılacak bir şey mi bu? Ritim bozukluğu var işte, daha önce biri 4 diğeri 12 yaşındayken ufak çaplı kalp krizleri geçirdi, 2 DEFA.
Tae Sang:
-Ya hyung, bunu nasıl daha önce anlatmazsın, azımsanacak bir konu değil bu, kalp krizi ne demek??
Tam o sırada Jun Woo merdivenlerden inmiş masaya yaklaşıyordu. Jun Woo:
-Kalp krizi mi? Kim geçirmiş kalp krizini?
Rae Na hala dalga geçer gibiydi, parmağını kaldırdı:
-Yaa, ablanız neler gördü geçirdi..
Tae Kang bu şakanın uzamasından rahatsız olmuş gibiydi:
-Rae Na, uzatma, gerçekten bir şey gördün geçirdin sanacaklar, şakası yapılır mı bunun ya, oldu bitti işte, haplarını alıyor artık, asıl tedaviye reşit olunca başlanacaktı, ah cidden, burada da iyi bir doktor bulmak lazım şimdi.
Tae Sang:
-Takılman gereken bir şey değil bu, buluruz.
Rae Na'nın yanına oturmuş olan Jun Woo ona doğru eğildi ve kulağına:
-Cidden 2 defa kalp krizi mi geçirdin? Nasıl mümkün oluyor ya bu?
Rae Na aynı fısıltıyla cevap verdi:
-Ne olmuş yani ufak çaplılardı işte.
Jun Woo inanamayan gözlerle Rae Na'ya baktı. Bir kız nasıl bu kadar rahat davranabilirdi ya, kalp krizi KALP. Beraber yaşadıkları 2 hafta içerisinde biraz umursamaz bir tip olduğunu anlamıştı zaten ama bu kadarı da fazla diye düşündü. Sağlık sorunlarını da mı takmıyordu yani? Saçma sapan şeyler mi yaşamıştı acaba bu kadar duygusuz bir hale gelebilmek için?
Kahvaltıdan sonra kapıya çıkmış onları okula bırakması için Han Kang Min'i beklerlerken Jun Woo, Rae Na'nın ruh halinin bir anda değiştiğini farketti. Sabahki gibi neşeli değildi. Onu biraz da kızdırmaktan korkarak sakince merak ettiği konuya girdi:
-Kalp krizi geçirmen.. Nasıl desem.. Normal bir durum değil..
-Normal bir durum olsa sence de çok komik olmaz mıydı? Değilse nolmuş, oluyor, atlatırsan yaşamaya devam edip bir sonraki krizi bekliyorsun, onu da atlatırsan bir diğerini. Babam bunu biraz fazla abartıyor ama bence.
-Kızım delirdin mi sen, abartılmayacak bir şey mi sence bu? Hayır yani kalp krizi diyoruz, ölümüne sebep olabilir.
-Herkes bir gün ölecek, benimki kalp krizinden olsa ne farkeder?
-Ölümü çok hafife alıyorsun.
-Sen de daha önce ölen birilerini görmüş gibi konuşuyorsun
-Ne fark eder? Ölmekten korkmak için illa onunla karşılaşmak mı lazım?
-Hayır, ölümle karşılaşmak ve birilerinin ölümüne şahitlik etmek farklı şeyler.
-Peki, sen bunu nereden biliyorsun?
-Daha önce ölen birilerini gördüm.
Jun Woo şaşkınlıkla başını kaldırdı. Rae Na dimdik durmuş, yüzünde aynı zamanda hem gergin, hem de kararlı bir ifadeyle ileriye doğru bakıyordu. Nereye baktığını kestiremedi ama onu daha önce hiç böyle görmemişti. Gerçekten.. Gerçekten ölen birilerini mi görmüştü? Saçmalık.. Ağzından cevabını duyunca hemen pişman olacağı bir soru çıktı:
-Kim?
Rae Na bir milim bile kıpırdamadan aynı soğukkanlılıkla cevap verdi:
-Annem.
Jun Woo yutkundu:
-Ben.. Şey.. Bilmiyordum, annenin..
-Daha önce hiç bundan bahsettiler mi?
-Kimler?
-Annenle baban işte.
-Ben.. Ne bileyim.. İki hafta öncesine kadar babamın çocukluk arkadaşlarının varlığından bile haberim yoktu ki..
-Doğru, daha önce hiç bahsetmemişlerdi dimi..
Jun Woo yine pişman olacağı bir soru sordu:
-Neyden?
-Annemin öldürülmesinden.
Jun Woo gürültülü bir şekilde yutkundu.
-Annen.. Öl-öldürüldü mü? Bilmiyordum-
-Hiçbir şeyi de bilmiyormuşsun sen ya. Gerçi kimse bilmiyor bunu. Ben bile hatırladığım şeyin ne olduğundan emin değilim.
-Niye durup dururken.. Annenden-
-Bugün annemin ölüm yıldönümü.
-Ne??
-Asıl ironik olan ne biliyor musun?
-Eminim babam da farkındadır ama benim moralimi bozmamak için şimdiden sesini çıkarmamıştır. Her sene aynı şeyi yapıyor zaten. Okuldan çıkınca arayıp eve erken gelmemi, anma töreni yapacağımızı da söyler eminim. Hep aynı..
-Bir saniye, sabahki neşeli halin, oyun mu oynuyordun?
-Sana bugün annemin günü diyorum ve sadece sabahki mutluluğumu mu sorguluyorsun? Beynin düşündüğümden daha yavaş çalışıyor sanırım.
Jun Woo cevap vermedi-doğrusu biraz utanmıştı. İçeride tam bir aile saadeti yaşanıyordu ve Rae Na belli etmemeye çalışsa da bu duruma biraz kırgın olduğu ortadaydı. “Haklı da” diye düşündü Jun Woo. Yaşıtlarının annesi, babası, ağabeyleri vardı, Rae Na’nınsa sadece bir babası.. Her şeyden öte, annesi cinayete kurban gitmişti demek.. Aslında bu cinayet olayının nasıl olduğunu da acayip derecede merak ediyordu ama bir pot daha kırıp Rae Na’dan dayak yemek istemediğinden başını öne eğip susmayı tercih etti. Kulaklıklarını takarken Rae Na’nın yürüyerek uzaklaştığını fark etti.
-Rae Na! Nereye gidiyorsun? Hyung birazdan burada olur.
-Hava almak istiyorum biraz. Durağa kadar yürüyüp otobüsle giderim.
Bunları söylerken arkasını bile dönmemişti. Jun Woo biraz-ama sadece biraz oflanarak çantasından kepiyle gözlüğünü bulup taktı ve Rae Na bu durumdan bihaber olsa da peşinden yürümeye başladı. Bir yandan da Kang Min’e mesaj çekip bugün gelmesine gerek olmadığını, babasının bırakacağını, veya bunun gibi birkaç zırvalığı yazdı. Büyük ihtimalle menajeri bu kısa mesajdan kıllanıp onu arayacaktı ama Jun Woo telefonun titreşimini de kapayıp sessize aldıktan sonra çantasının derinliklerine fırlatıp başındaki kepi iyice yerleştirdi ve Rae Na’nın peşinden yürümeye başladı.
Rae Na başını önüne eğmişti, sakin adımlarla yürüyordu, sırt çantasının öne gelen kollarına sımsıkı tutunmuştu. Jun Woo gidip de “Arkandayım ha haberin olsun” diyerek onu kızdırmaktansa o fark edene kadar aralarındaki mesafeyi koruyarak yürümeye karar verdi. Bir kaç defa flaşın patlama sesini duyar gibi oldu ancak çok önemli bir şey yoktu. Herhangi bir fandır belki diye düşündü.
Uzun süre yürüdükten sonra otobüs durağına vardılar. Jun Woo hiç alışık olmadığı biçimde o kadar yürümüş, üzerine bir de 10 dakikadan fazla durakta beklemişti. Rae Na’ysa hala başı önünde, Jun Woo’dan bihaber kendi halinde takılıyordu. Bu normal insanların yaşamı da ne kadar zordu canım.. Ama Jun Woo en büyük şoku yaklaşan otobüsü görünce yaşadı. İçerisi TIKLIM TIKLIMDI!! Bir durakta bekleyen onlarca insana baktı, bir de otobüsün içindeki sürüye ve, o an içinden Rae Na’yı kolundan tutup çekmek, ve Han Kang Min’i geri çağırıp arabaya atlayarak okula, hatta hayır ne okulu, Rae Na’nın rahatça bağırıp çağırabileceği, hatta isterse ağlayabileceği bir yerlere gitmek geçti. (sonra üşendi falan sflgkjdflkjgldkjf tamam tamam biliyorum jun woo ben değil klgdflkjgdflg yani şaka lan ne üşenmesi yok üşenme falan ldfkgjf) Ama yapmadı. Çünkü Rae Na’yı deli gibi kızdıracağını biliyordu. Yine de yapabileceği bir şey vardı..
Yanaşan otobüse doluşmaya çalışan insanların içine Rae Na’yı buldu ve elini sıkıca tuttuktan sonra olabildiğince sarılıp otobüse bindi. Rae Na bir anlık şokla gözleri kocaman açılmış bir şekilde elini tutan sapığa baktı. Onun Jun Woo olduğunu fark etmeseydi büyük ihtimalle çoktan malum yerine tekmeyi basmıştı.
-YA KANG JU-
Jun Woo refleks olarak boştaki elinin işaret parmağını Rae Na’nın dudaklarına bastırıp bağırışını durdurmayı başardı.
-Tamam tamam benim bağırma sakın bu kalabalıkta bir de fanlarım falan çıkarsa öldük demektir. Şimdi bak, seni cama yaslayacağım ve ben de önüne geçip başkalarının sana sürtünmesini engelleyeceğim, tamam mı?
Rae Na daha cevap veremeden Jun Woo onu zorlukla yanaştığı camla kendi arasına almıştı. Sinirle kafasını kaldırdı ve Jun Woo’ya baktı.
-Manyak mısın nesin n’apıyorsun burada?!
Jun Woo gülümseyerek ona iyice sokuldu:
-Mutlu olmadın mı yoksa beni gördüğüne? Bak, bu herkese verdiğim bir hizmet değildir; bugünlük koruyucu meleğin olacağım Park Rae Na.
-Ne koruyucu meleği?? Delirdin mi? Hem biraz çekilsene, nefes alamıyorum!
Rae Na kıvranırken Jun Woo onu daha da sıkı tuttu ve biraz sırtını dikleştirerek aralarına 2 santim daha mesafe koymayı başardı.
-Şimdi nasıl?
-Hala boğucu. Ne diye sıkıştırdın ki beni buraya.
-Ne, yabancıların.. Yabancı adamların.. Seni.. Şey.. Seni taciz etmelerinden daha iyidir değil mi?
-Ne tacizi be manyak mısın paranoyağa bak.
Jun Woo, Rae Naya sus işareti yaparak 1 metre kadar ilerilerindeki kahverengi şapkalı adamı gösterdi.
-Şuradaki adamı görüyor musun, kahverengi şapka ve kırmızı kravatlı olanı.
Rae Na evet anlamında başını salladı.
-2 sokak geriden beri seni takip ediyordu. Ayrıca o 3.düğmeden itibaren iliklenmiş uzun ceketin de altında hiçbir şey olmadığına dair sana yemin edebilirim. Klasik sapık işte, pis tacizci.
-Sen, beni 2 sokak geriden beri takip mi ediyordun?
-Hayır seni evin önünden beri takip ediyorum.
-Neden?
-Ben.. Şey.. İşte.. Korumak için. Dedim ya bugünlük koruyucu meleğinim.
-Nedenini söylemedin ama. Yoksa.. Bana acıyor musun?
-Hayır! Ne alakası var!
-Ne bileyim, sana hiç huyum olmadığı halde kendimle ilgili bir sürü şey anlattım, annemi, öldürülüşünü. Bana acımış olman beni kızdırmıyor. İnsani içgüdüler işte, gayet normal..
-Sana acıdığım falan yok Rae Na! Ben sadece.. Sadece.. Tek başına olmandan hoşlanmıyorum, o kadar.
Bunları söylerken gözü hala Rae Na’ya yiyecek gibi bakan şapkalı adamdaydı. Rae Na’nın ona cevap vermesini beklemeden arkasındaki kadının da kıpırdanmarından rahatsız olduğu gerçeğini de hesaba katarak biraz daha ilerleyip onun iyice sıkışmasına sebep oldu. Ama rahatsız olmaması için bir kolu Rae Na’nın başının arkasında, diğeri tüm vücudunu sarmış bir biçimdeyken başını da şampuan kokan saçlarına gömdü. Dışarıdan görenler onları bir çift sanabilirdi, ama Jun Woo, Rae Na’nın tüm bu yaptıklarını sadece tacize uğramasını engellemek için yaptığını düşünmesini istiyordu. Tamam aslında sebep bu gibiydi ama Jun Woo en temel nedenin bir türlü kendine itiraf edemediği o şey olduğunu biliyordu. Jun Woo, Rae Na’dan hoşlanıyordu.. Kariyere sahip ünlü bir yıldızken, okulunun göz bebeğiyken, gelip kendisini küçük düşüren bu kızdan hoşlanıyordu. İçinde bunun dışında bir de korku vardı, o an Jun Woo, Rae Na’yı gerçekten sevmediğinden korktu. Ya onu gerçekten sevmiyorsa, ya sadece hayatına giren ilk farklı insan olduğu için ona ilgi duyuyorsa? Korktuğu şey bile, sırf bu yüzden Rae Na’yı incitmekti.
Bir anlığına tüm bu aptal düşünceleri kafasından uzaklaştırdı ve Rae Na’nın saçlarını koklayarak içinden bu otobüs yolcuğunun hiç bitmemesini diledi…
Jun Woo:
-Ya, benim acelem var bir kere okula yetişeceğim daha! Jun Se:
-Benim okulum yok mu sanıyorsun? Eğer profesör Kim'in dersine bir kez daha geç kalırsam beni almayacak!
Rae Na duyduklarına dayanarak Jun Woo'nun bir dahaki hamlesinin ne olacağını biliyordu. Tartışmanın tam bu kısmında Jun Woo, Jun Se'yi ittirip içeri girmeye çalışırdı, Jun Se de ona karşılık vermeye kalkınca ikisi birbirlerine girerlerdi ve bir tarafın çekiştirmesiyle yere yığılıp, orada tepinmeye devam ederlerdi. Evet evet, çok çocukça.
Rae Na'ya göre Jun Woo'nun böyle davranması normaldı ama Jun Se ilk bakışta çok daha oturaklı bir tip gibi görünmüştü gözüne. Onun da aynı şekilde çocukça davranması şaşırtıcıydı.
Koridordan gelen patırtıya bakılırsa hala yerdelerdi. "Bari benim bir işime yarasın bu durum" diye düşündü ve yataktan kalkıp önceki gece kapının arkasına astığı havlusunu aldı ve sessizce kapıyı açıp yerdekilerle göz teması kurmamaya çalışarak çabucak yandaki kapıdan banyoya girdi. O kapıyı kaparken hala boğuşan Jun Se durumu farketmişti bile:
-Ya ya ya! Jun Woo kalk üstümden Rae Na girdi yine yaaaa!!
-Ne? PARK RAE NA! HİLE YAPIYORSUN! Çıksana!!
Rae Na tabiki cevap vermedi. 15 dakika sonra işini bitirmişti, havluru saçına sarıp kapıyı açınca kapıya yaslanmış Jun Woo ve Jun Se'nin üzerine yığılmasından son anda kaçabildi. Rae Na:
-N-noluyo ya!
Jun Se:
-Çok garip, hiç ses çıkarmıyorsun. İçeride ne yaptın öyle?
Jun Woo:
-Koku da gelmiyor bak. Cidden ne yaptın ki? Rae Na ters ters baktıktan sonra havlusuna dokundu:
-Kusura bakmayın gençler sıcak suyu birazcık tüketmiş olabilirim. Eh, idare edeceksiniz artık.. Jun Woo:
-YA! BUNA HAKKIN YOK! YİNE Mİ SOĞUK SU YA!
O kendi kendine söylenmek gibi bir gaflete düşünce Jun Se bundan yararlanıp banyoya daldı ve kapıyı kilitledi:
-Benimki en azından ılık olacak!
Rae Na odasına geçip giyinmiş, saçını kurularken Jun Woo'nun annesinin sesi duyuldu:
-KAHVALTI HAZIR HALA GİYİNMEDİNİZ Mİ SİZ!
Rae Na inip herkesi selamladıktan sonra her zamanki gibi masaya babasının yanına oturdu. Tae Sang:
-Rae Na, Jun Woo ve Jun Se uyandı mı? Gelmiyorlar mı aşağıya? Rae Na gülümseyerek:
-Yukarıdaki gürültüleri duymadınız mı, kalktılar tabi. Rae Na'nın babası birden bir şey hatırlamış gibi Rae Na'ya döndü:
-A bak, haplarım bitti demiştin dimi, çıkmadan önce isimlerini bir daha yaz da bugün unutmadan onları alayım. Rae Na kafasıyla onaylarken:
-En az 10 yıldır aynı hapları kullanıyorum ve sen hala bana isimlerini sorup duruyorsun. Bazen babam olduğundan şüphe ediyorum, hayır yani nasıl benim gibi zeki bir kız seninle aynı genleri taşıyabilir ki?
Masaya Tae Sang ve Tae Kang'ı kapsayan belli belirsiz bir gerginlik düştü. Tae Kang bunu bozmaya çalışarak gülümser gibi oldu ve:
-Bakıyorum da pek bir mütevazıyız bugün? Rae Na saçlarını arkaya doğru savurarak:
-Tabi canım, her zamanki halim.
-Ben de harçlığını verirken biraz mütevazı olsam nasıl olur acaba...
Tae Sang gülerek onlara baktı:
-Hyung, ne ilacı? Tae Kang:
-A, anlatmamış mıydım daha önce, kalbi için, Rae Na'nin kalbi için.
Jun Woo'nun annesi endişeyle bakarken:
-Rae Na'nın kalbi, için mi? Rae Na babasını beklemeden bu soruyu cevapladı:
-Doğuştan gelen bir şey. Annemde de varmış, şey gibi, kalbim arada sırada tekliyor. Tae Kang:
-Şakası yapılacak bir şey mi bu? Ritim bozukluğu var işte, daha önce biri 4 diğeri 12 yaşındayken ufak çaplı kalp krizleri geçirdi, 2 DEFA.
Tae Sang:
-Ya hyung, bunu nasıl daha önce anlatmazsın, azımsanacak bir konu değil bu, kalp krizi ne demek??
Tam o sırada Jun Woo merdivenlerden inmiş masaya yaklaşıyordu. Jun Woo:
-Kalp krizi mi? Kim geçirmiş kalp krizini?
Rae Na hala dalga geçer gibiydi, parmağını kaldırdı:
-Yaa, ablanız neler gördü geçirdi..
Tae Kang bu şakanın uzamasından rahatsız olmuş gibiydi:
-Rae Na, uzatma, gerçekten bir şey gördün geçirdin sanacaklar, şakası yapılır mı bunun ya, oldu bitti işte, haplarını alıyor artık, asıl tedaviye reşit olunca başlanacaktı, ah cidden, burada da iyi bir doktor bulmak lazım şimdi.
Tae Sang:
-Takılman gereken bir şey değil bu, buluruz.
Rae Na'nın yanına oturmuş olan Jun Woo ona doğru eğildi ve kulağına:
-Cidden 2 defa kalp krizi mi geçirdin? Nasıl mümkün oluyor ya bu?
Rae Na aynı fısıltıyla cevap verdi:
-Ne olmuş yani ufak çaplılardı işte.
Jun Woo inanamayan gözlerle Rae Na'ya baktı. Bir kız nasıl bu kadar rahat davranabilirdi ya, kalp krizi KALP. Beraber yaşadıkları 2 hafta içerisinde biraz umursamaz bir tip olduğunu anlamıştı zaten ama bu kadarı da fazla diye düşündü. Sağlık sorunlarını da mı takmıyordu yani? Saçma sapan şeyler mi yaşamıştı acaba bu kadar duygusuz bir hale gelebilmek için?
Kahvaltıdan sonra kapıya çıkmış onları okula bırakması için Han Kang Min'i beklerlerken Jun Woo, Rae Na'nın ruh halinin bir anda değiştiğini farketti. Sabahki gibi neşeli değildi. Onu biraz da kızdırmaktan korkarak sakince merak ettiği konuya girdi:
-Kalp krizi geçirmen.. Nasıl desem.. Normal bir durum değil..
-Normal bir durum olsa sence de çok komik olmaz mıydı? Değilse nolmuş, oluyor, atlatırsan yaşamaya devam edip bir sonraki krizi bekliyorsun, onu da atlatırsan bir diğerini. Babam bunu biraz fazla abartıyor ama bence.
-Kızım delirdin mi sen, abartılmayacak bir şey mi sence bu? Hayır yani kalp krizi diyoruz, ölümüne sebep olabilir.
-Herkes bir gün ölecek, benimki kalp krizinden olsa ne farkeder?
-Ölümü çok hafife alıyorsun.
-Sen de daha önce ölen birilerini görmüş gibi konuşuyorsun
-Ne fark eder? Ölmekten korkmak için illa onunla karşılaşmak mı lazım?
-Hayır, ölümle karşılaşmak ve birilerinin ölümüne şahitlik etmek farklı şeyler.
-Peki, sen bunu nereden biliyorsun?
-Daha önce ölen birilerini gördüm.
Jun Woo şaşkınlıkla başını kaldırdı. Rae Na dimdik durmuş, yüzünde aynı zamanda hem gergin, hem de kararlı bir ifadeyle ileriye doğru bakıyordu. Nereye baktığını kestiremedi ama onu daha önce hiç böyle görmemişti. Gerçekten.. Gerçekten ölen birilerini mi görmüştü? Saçmalık.. Ağzından cevabını duyunca hemen pişman olacağı bir soru çıktı:
-Kim?
Rae Na bir milim bile kıpırdamadan aynı soğukkanlılıkla cevap verdi:
-Annem.
Jun Woo yutkundu:
-Ben.. Şey.. Bilmiyordum, annenin..
-Daha önce hiç bundan bahsettiler mi?
-Kimler?
-Annenle baban işte.
-Ben.. Ne bileyim.. İki hafta öncesine kadar babamın çocukluk arkadaşlarının varlığından bile haberim yoktu ki..
-Doğru, daha önce hiç bahsetmemişlerdi dimi..
Jun Woo yine pişman olacağı bir soru sordu:
-Neyden?
-Annemin öldürülmesinden.
Jun Woo gürültülü bir şekilde yutkundu.
-Annen.. Öl-öldürüldü mü? Bilmiyordum-
-Hiçbir şeyi de bilmiyormuşsun sen ya. Gerçi kimse bilmiyor bunu. Ben bile hatırladığım şeyin ne olduğundan emin değilim.
-Niye durup dururken.. Annenden-
-Bugün annemin ölüm yıldönümü.
-Ne??
-Asıl ironik olan ne biliyor musun?
-Eminim babam da farkındadır ama benim moralimi bozmamak için şimdiden sesini çıkarmamıştır. Her sene aynı şeyi yapıyor zaten. Okuldan çıkınca arayıp eve erken gelmemi, anma töreni yapacağımızı da söyler eminim. Hep aynı..
-Bir saniye, sabahki neşeli halin, oyun mu oynuyordun?
-Sana bugün annemin günü diyorum ve sadece sabahki mutluluğumu mu sorguluyorsun? Beynin düşündüğümden daha yavaş çalışıyor sanırım.
Jun Woo cevap vermedi-doğrusu biraz utanmıştı. İçeride tam bir aile saadeti yaşanıyordu ve Rae Na belli etmemeye çalışsa da bu duruma biraz kırgın olduğu ortadaydı. “Haklı da” diye düşündü Jun Woo. Yaşıtlarının annesi, babası, ağabeyleri vardı, Rae Na’nınsa sadece bir babası.. Her şeyden öte, annesi cinayete kurban gitmişti demek.. Aslında bu cinayet olayının nasıl olduğunu da acayip derecede merak ediyordu ama bir pot daha kırıp Rae Na’dan dayak yemek istemediğinden başını öne eğip susmayı tercih etti. Kulaklıklarını takarken Rae Na’nın yürüyerek uzaklaştığını fark etti.
-Rae Na! Nereye gidiyorsun? Hyung birazdan burada olur.
-Hava almak istiyorum biraz. Durağa kadar yürüyüp otobüsle giderim.
Bunları söylerken arkasını bile dönmemişti. Jun Woo biraz-ama sadece biraz oflanarak çantasından kepiyle gözlüğünü bulup taktı ve Rae Na bu durumdan bihaber olsa da peşinden yürümeye başladı. Bir yandan da Kang Min’e mesaj çekip bugün gelmesine gerek olmadığını, babasının bırakacağını, veya bunun gibi birkaç zırvalığı yazdı. Büyük ihtimalle menajeri bu kısa mesajdan kıllanıp onu arayacaktı ama Jun Woo telefonun titreşimini de kapayıp sessize aldıktan sonra çantasının derinliklerine fırlatıp başındaki kepi iyice yerleştirdi ve Rae Na’nın peşinden yürümeye başladı.
Rae Na başını önüne eğmişti, sakin adımlarla yürüyordu, sırt çantasının öne gelen kollarına sımsıkı tutunmuştu. Jun Woo gidip de “Arkandayım ha haberin olsun” diyerek onu kızdırmaktansa o fark edene kadar aralarındaki mesafeyi koruyarak yürümeye karar verdi. Bir kaç defa flaşın patlama sesini duyar gibi oldu ancak çok önemli bir şey yoktu. Herhangi bir fandır belki diye düşündü.
Uzun süre yürüdükten sonra otobüs durağına vardılar. Jun Woo hiç alışık olmadığı biçimde o kadar yürümüş, üzerine bir de 10 dakikadan fazla durakta beklemişti. Rae Na’ysa hala başı önünde, Jun Woo’dan bihaber kendi halinde takılıyordu. Bu normal insanların yaşamı da ne kadar zordu canım.. Ama Jun Woo en büyük şoku yaklaşan otobüsü görünce yaşadı. İçerisi TIKLIM TIKLIMDI!! Bir durakta bekleyen onlarca insana baktı, bir de otobüsün içindeki sürüye ve, o an içinden Rae Na’yı kolundan tutup çekmek, ve Han Kang Min’i geri çağırıp arabaya atlayarak okula, hatta hayır ne okulu, Rae Na’nın rahatça bağırıp çağırabileceği, hatta isterse ağlayabileceği bir yerlere gitmek geçti. (sonra üşendi falan sflgkjdflkjgldkjf tamam tamam biliyorum jun woo ben değil klgdflkjgdflg yani şaka lan ne üşenmesi yok üşenme falan ldfkgjf) Ama yapmadı. Çünkü Rae Na’yı deli gibi kızdıracağını biliyordu. Yine de yapabileceği bir şey vardı..
Yanaşan otobüse doluşmaya çalışan insanların içine Rae Na’yı buldu ve elini sıkıca tuttuktan sonra olabildiğince sarılıp otobüse bindi. Rae Na bir anlık şokla gözleri kocaman açılmış bir şekilde elini tutan sapığa baktı. Onun Jun Woo olduğunu fark etmeseydi büyük ihtimalle çoktan malum yerine tekmeyi basmıştı.
-YA KANG JU-
Jun Woo refleks olarak boştaki elinin işaret parmağını Rae Na’nın dudaklarına bastırıp bağırışını durdurmayı başardı.
-Tamam tamam benim bağırma sakın bu kalabalıkta bir de fanlarım falan çıkarsa öldük demektir. Şimdi bak, seni cama yaslayacağım ve ben de önüne geçip başkalarının sana sürtünmesini engelleyeceğim, tamam mı?
Rae Na daha cevap veremeden Jun Woo onu zorlukla yanaştığı camla kendi arasına almıştı. Sinirle kafasını kaldırdı ve Jun Woo’ya baktı.
-Manyak mısın nesin n’apıyorsun burada?!
Jun Woo gülümseyerek ona iyice sokuldu:
-Mutlu olmadın mı yoksa beni gördüğüne? Bak, bu herkese verdiğim bir hizmet değildir; bugünlük koruyucu meleğin olacağım Park Rae Na.
-Ne koruyucu meleği?? Delirdin mi? Hem biraz çekilsene, nefes alamıyorum!
Rae Na kıvranırken Jun Woo onu daha da sıkı tuttu ve biraz sırtını dikleştirerek aralarına 2 santim daha mesafe koymayı başardı.
-Şimdi nasıl?
-Hala boğucu. Ne diye sıkıştırdın ki beni buraya.
-Ne, yabancıların.. Yabancı adamların.. Seni.. Şey.. Seni taciz etmelerinden daha iyidir değil mi?
-Ne tacizi be manyak mısın paranoyağa bak.
Jun Woo, Rae Naya sus işareti yaparak 1 metre kadar ilerilerindeki kahverengi şapkalı adamı gösterdi.
-Şuradaki adamı görüyor musun, kahverengi şapka ve kırmızı kravatlı olanı.
Rae Na evet anlamında başını salladı.
-2 sokak geriden beri seni takip ediyordu. Ayrıca o 3.düğmeden itibaren iliklenmiş uzun ceketin de altında hiçbir şey olmadığına dair sana yemin edebilirim. Klasik sapık işte, pis tacizci.
-Sen, beni 2 sokak geriden beri takip mi ediyordun?
-Hayır seni evin önünden beri takip ediyorum.
-Neden?
-Ben.. Şey.. İşte.. Korumak için. Dedim ya bugünlük koruyucu meleğinim.
-Nedenini söylemedin ama. Yoksa.. Bana acıyor musun?
-Hayır! Ne alakası var!
-Ne bileyim, sana hiç huyum olmadığı halde kendimle ilgili bir sürü şey anlattım, annemi, öldürülüşünü. Bana acımış olman beni kızdırmıyor. İnsani içgüdüler işte, gayet normal..
-Sana acıdığım falan yok Rae Na! Ben sadece.. Sadece.. Tek başına olmandan hoşlanmıyorum, o kadar.
Bunları söylerken gözü hala Rae Na’ya yiyecek gibi bakan şapkalı adamdaydı. Rae Na’nın ona cevap vermesini beklemeden arkasındaki kadının da kıpırdanmarından rahatsız olduğu gerçeğini de hesaba katarak biraz daha ilerleyip onun iyice sıkışmasına sebep oldu. Ama rahatsız olmaması için bir kolu Rae Na’nın başının arkasında, diğeri tüm vücudunu sarmış bir biçimdeyken başını da şampuan kokan saçlarına gömdü. Dışarıdan görenler onları bir çift sanabilirdi, ama Jun Woo, Rae Na’nın tüm bu yaptıklarını sadece tacize uğramasını engellemek için yaptığını düşünmesini istiyordu. Tamam aslında sebep bu gibiydi ama Jun Woo en temel nedenin bir türlü kendine itiraf edemediği o şey olduğunu biliyordu. Jun Woo, Rae Na’dan hoşlanıyordu.. Kariyere sahip ünlü bir yıldızken, okulunun göz bebeğiyken, gelip kendisini küçük düşüren bu kızdan hoşlanıyordu. İçinde bunun dışında bir de korku vardı, o an Jun Woo, Rae Na’yı gerçekten sevmediğinden korktu. Ya onu gerçekten sevmiyorsa, ya sadece hayatına giren ilk farklı insan olduğu için ona ilgi duyuyorsa? Korktuğu şey bile, sırf bu yüzden Rae Na’yı incitmekti.
Bir anlığına tüm bu aptal düşünceleri kafasından uzaklaştırdı ve Rae Na’nın saçlarını koklayarak içinden bu otobüs yolcuğunun hiç bitmemesini diledi…
Dırıııım dırıımm... *otobüs sahnesi* jun woo ne korkuyon ya asıl işte kıza sonra kaybedince dersin neden yapmadım! etmedim! bir de ev sahneleri eğlenceli olucak gibi görünüyor ^^ yeni bölümü hızlı yazmazsan musicbank biletini yırtarım muhahahahahahahahahahahahagagagaagagag :ppp FİGHTİNG!!
YanıtlaSiliyi arkadaş mı desem bilemedim şimdi her şeyi yap beni biletimle tehdit etme! sdlkgdlkfj şu an öyle bir psikolojideyim ki içimden hikayeyi drama sardırıp tüm karakterleri ağlata zırlata acık çektirerek öldürmek geliyor.... yeni bölümü yazmak için de bu absürd duyguların geçmesini bekliyorum zaten ldfkjglkdjf
Sil