24 Kasım 2013 Pazar

10.Bölüm

Annyong!! Ben Bahar Zeynep'in çatlak ikizi... Bu bölümü ben yazdım umarım beğenirsiniz
 Bir sonraki bölüm iki hikayenin karakterlerinin tam anlamıyla birbirine girdiği Star Crash olacak, umarız bu bölümü beğenirsiniz ^^

=Junwoo'nun Ağzından=

Uzun bir günün ardından.. Kendimi yatağa attığım için tanrıya şükürlerimi sunuyordum. Bazen diyorum ki neden bu eve taşındım ki. Ben böle değildim. Abim Jun Se ile aynı yerde kalmak..

Öyleyse hala neden burdaydım. Bir nedeni var mıydı? Kendi kendime konuştuğumu kendimi uyumaya zorladığım dakikalarda anladım. Gözlerimi sıktım uyumak için. Uyumak istiyordum ve aklımda oluşan sorulara cevap vermemek için karanlığın tatlı huzuruna bırakmak istiyordum kendimi. Dışardan kibirli, kendini beğenmiş ve kimseye karşı duyarlı biri değil gibi gözüküyorum. Evet öle biriyim ama o zaman neden görüntüsü hala gözümün önünde. Park Rae Na. Uyusam bile beynimde ismi dönüp duruyordu. Hayır neden yani? Bana saygı duymayan, her lafıma negatif cevap veren bir kız neden aklımda? Git başımdaan!!

Uyandığımda terlerim alnımdan aktığını hissettim.

"Noluyo ya? Sadece rüyaydı. Delirmiyorsun!"

Yatakta doğruldum ve yere bakarak 10 Dakikamı geçirdim. Kapıya doğru ilerleyip kapıya açtım. Açmamla tuvalete doğru ilerleyen Rae Na'yı gördüm.

"HAAAASS... Napıyosun hayalet gibi kapımın önünde!!"

"Noluyooo beee! Sabah sabah! Belanı benden bulma!"

"Yaaa! Park Rae na!!!"

Aynı anda durup tuvalet kapısına baktık. Hayırr! Bu sabah tuvalet benimdi.

"Heeey dur!"

"Sen dur asılll!!!"

İkimizde kapıya vardığımızda kapının kilitli olduğunu gördük. Belli ki bizden önce biri çoktan kalkmıştı. "JUN SEEEE HYUNG/OPPAAA!!!"

=YAZARDAN=

Rae na ve jun woo okula varmışladı. Rae na önde yürüyordu, jun woo'da arkadan onu takip ediyordu. Her ne kadar 'bekleee' diye yırtınsada.

"yaaa! Bekleseneee! Sanki atlı kovalıyo!"

"Aynı anda okula girsek nolucak?"

"Aynı anda? Ben o yüzden yırtınmıyorum ki!! Benle takılıpta popüleriteni artırmak istersin diye şeettim."

RaeNa iç geçirdi. Junwoo hiç bi zaman akıllanmayacaktı. Gözleri devirerek yürümeye devam etti. Sınıfa vardıklarında Hye Na'yla selamlaştılar. Rae Na tam sırasına doğru giderken bir anda göğsüne giren bir acıyla duraklayıp yandaki sıraya tutundu. Bu da nereden çıkmıştı şimdi? Hye Na'dan başka kimse fark etmemişti.

"Rae Na, iyi misin?"

Yutkunarak başını salladı ."Hı hı, öyle bir an şey oldu işte..." Doğruldu ve sırasına geçti.

Jun Woo Maejin ve Kang Jun'u ilk kez sırasında göremeyince telaşlanmıştı. "Çocuklar nerde? Daha gelmediler mi?" 

"Onlar yan sınıfta"

"Min hye'yla Min Sup'un sınıfı değil mi orası!?"

Jun Woo pis pis sırıttı. Neden oraya gittiklerini az çok biliyordu. Kendi onlara gülüyordu ama onun durumu farklı mıydı ki? Rae Na'nın peşinden ayrıldığı yoktu. Hocanın içeri girmesiyle Kang Jun ve Maejin içeri girmişti. Hoca onlara bir daha geç kalmamalarını söyleyerek yerine oturttu.

"Heey! Mae Jin! Tenefüste Basket maçı yapalım mı? Sizi üçünüz biz üçümüz." Sınıfın en uzun boylusu hemde sportifi Young Chan Mae Jin, Kang Jun ve JunWoo üçlüsünü aşağıya çağırmıştı. JunWoo, Rae Na'nın sınıfta tek oturduğunu gördü ve; "Ben oynamıcam. Benim yerime başka adam bulun." dedi.

"Yaa! Nazlanma işte! Üçümüz şunlara derslerini verelim! Hem Rae Na'da gelir dimi Rae Nasshi?"

Kang Jun yalvarırcasına Rae Na'ya baktı.

Min Hye, Min Sup ve Hye Na, Rae Na'ların sınıfa gelmişti. Min Hye heycanla atıldı;

"Basketbol maçı mııı?"

Okulda tüm kızlar sahanın etrafına toplanmıştı. Bazıları JunWoo diye bazıları MaeJin diye bazılarıda KangJun için tezahürat yapıyordu.

Min Hye ve Min Sup ikizler ise herzamanki gibiydi. Min Hye'da eşlik ediyordu Min Sup ise onu sakinleştirmek için bir şeyler söylüyordu.

"Sakin olur musun? Bu sadece okul maçı?"

"Yaaa! Olsun onlar bizim arkadaşımız ve tezahürat yapmak istiyorum."

"Arkadaş olduğuna emin misin? Kang Jun gömleğini çıkarınca nasıl baktığını görmedim mi sanıyosun?"

"Ha? ahahaahah bana diyene bak!? Bileğin sözde incinmiş ama Mae Jin basket atınca ayağa zıpladın?"

"O-o sadece bir tepkiydi. Ayağım hala şiş!"

"Haaa! Anlıyorum! Tabi!"

O anda yanlarına Tae jun oturmuştu.

"Napıyorsunuz?"

Min Hye yanına oturanın Tae Jun olduğunu farkedince oflayarak cevap verdi;

"Çocukların maçını izliyoruz."

"Min Hye hala benle konuşmuyor musun? Kendimi affettirmek için daha ne yapabilirim? Bir ipucu?"

Min Hye göz ucuyla Tae Jun'a baktı. Evet hala onu seviyodu ama onu fazlasıyla kırmıştı. Kaç kere aramalarına dönmemişti. Onu biraz daha süründürmenin eğlenceli olacağını düşündü ve imkansız bir şey istemeyi düşündü.

"Tamam. Hmm... Eğer bize musicbank bileti bulursan ve hmm.. sahne arkasına sokup ordaki idollerle tanıştırırsan seni affetmeyi birazcık düşünebilirim."

"Min Hye, bu dediğini yapacağını sanıyosan yanılıyosun. Musicbank biletini bulamaz bulsa bile sahne arkasına geçemeyiz bunun farkındasın dimi?"

Min Hye, planı az kala belli eden Min Sup'un koluna dirsek attı.

"Bu kadar mı yani?" Tae Jun'un cevabını hepsini şaşırmıştı. Oysa bu Tae Jun için kolay bir şeydi.

"Yani uzayabilirde.. Bilmiyorum."

"Hayır. Bunu yaparsam barışmış olucaz anlamam başka bir şey."

O anda terlemiş bir gömlek Tae Jun'un suratına geldi. Bunu atan tabikide Kang Jun'du.

"Min Hye, bu gene seni rahatsız mı ediyor?"

"Min Sup beni izledin mi? Nasıldım?"

"Gayet iyiydin MaeJin.. Neyse ben kitabımı sınıfta unutmuşum. Gitmem gerekiyo." Minsup zarzor kalktı.

"N-Ne barışması. Min Hye?" diye atıldı Kang Jun.

"Şey, ben onu sonra anlatırım sana, gidip Min Sup'a bakmam gerekiyo." diye koşar adım yukarı çıktı. Min Hye'ın amacı barışmak değildi ki. Sadece o çok istediği Musicbanka gitmekti ve bu planını Kang Jun'a anlatarak mahvetmek istemiyordu.

"Hey, Min Hye beni bek-" "Sen orda dur bakalım. Neler oluyor? Siz tekrardan sevgili mi oldunuz?" Kang Jun belli ki her şeyi en başından beri yanlış anlamıştı. Fırsat bilen Taejun doğrusunu açıklamak yerine sinsice;

"Ha?Kim? Benle Min Hye mı? A..aslında evet. Neden?" Beyninden vurulmuşa dönen Kang jun'u junwoo farkedip tutmasaydı, Tae jun bırak okulda kalmayı, Musicbank'a gidecek hali kalmayacaktı. Aynı zamanda Min Hye'da ikizine yetişmiş ve onu merdivende yakalamıştı. Min Sup sekerek yukarı çıkınca Min Hye sinirle;

"Sana 53454424154542. kez söyledim. Bileğin hala kötü bi durumda...yardımsız çıkma şu merdivenleri!" "Napayım? Yukarı çıkıp ders notlarına bakmam lazım."

O anda Maejin orda biterek;

"Sanırım sana ben yardımcı olabilirim." dedi ve Min Sup'u kucaklayarak merdivenleri çıkmaya başladı. "Ahh! Erkek dediğin böyle olacak!! Helal Mae jinsshi!!" diye bağırdı Hye Na. Onlara bakan Junwoo, Kangjun ve Tae jun bozulmuşa benziyordu.

"Benim bileğim bu halde olsa, üstüne Junwoo bir tekme daha atar" dedi Rae Na alaylı bir şekilde. Jun Woo ise zaten ona karşı hassas bi dönemindeyken böle demesine uyuz kapmıştı.'yaaa öle mi?' diye geçirdi içinden ve;

"Otobüste sapıklardan korurken seni, hiç te öyle demiyordun." Rae Na ona kusar gibi baktı.. Oysa Min Hye ve Hye Na etkilenmişe benziyorlardı.

"Jun Woo! Aynı Brilliant Legacy'deki Hwan gibisin." dedi heyecanla Min Hye. Jun Woo egosunu tatmin etmişti sonunda. Tae jun ise Min Hye böyle etkilenmiş görünce hemen atıldı.

"Min Hye, küçükken seni bisikletin altından kurtarmıştım, hatırlıyorsun dimi?" Kısa bir sessizlik oldu.

"Ha..şey..evet" gözünün ucuylada Kang Jun'un tepkisine bakıyordu. Kang Jun'sa kıpkırmızı olmaya başlamıştı.

"Birazdan seni kim kurtarıcak göstericem sana" diye ağzında geveledi. Bunu hemen yanında duran Jun Woo'dan başka kimse duymamıştı..

"Kang Jun.. Dostum sakin ol.." Jun Woo bu şekil tepki vermeye iznin vardı sanki.. Aynılarını Rae Na'ya yapmıyodun sanki..

Tekrardan kısa bir sessizlik olmuştu.

"Ben sınıfa gidiyorum." dedi Rae Na. Arkasından Min Hye ve Hye Na'da onu takip etmişti. Rae Na'nın kalbinde hala anlamsız bir ağrı vardı, kimseye belli etmedi ve sadece yavaş yavaş yürümekle yetindi. Kang Jun'da onların peşinden gidecekken Jun Woo omzuna dokundu.

"Kang Jun, sen benimle dışarı gel."

//////////////////////

"Anlat bakalım" " Ne anlatayım?" " Min Hye'dan mı hoşlanıyosun?" Kang Jun sahte bi kahkaha atarak. "Bunu nerden çıkardın???" Jun woo kaç senelik arkadaşını tanımıyordu sanki. "Sen bi kıza bu kadar fazla takılmazdın. Yada bu kadar önemsemezdin ama Min Hye'ı birisiyle görsen kavga çıkarıyosun..." "Tae jun onu rahatsız ediyo diye şeetim... Hem peki ya sen? Rae Na'nın peşinden bi dk ayrılmıyosun? Sen de ondan hoşlanıyosun dimi?" "Ne alak-" Mae Jin'in geldiğini görünce cümlesini tamamlayamamıştı.

"Aaa! Centilmen adamlar yanımıza uğrar mıydı?" "Siz hödüksünüz diye bende olacak değilim" "Şuna bak hele. Benim burda bacağım kopsa kıçını kaldırmaz.."

Kang Jun kahkahalarla onları izliyordu. Gerizekalılardı ama onları seviyordu.

"Eee? Sen ne diyorduk. Heh, Rae Na'yı sevdiğini sölüyodun." "Sen de Min Hye'dan hoşlandığını sölüyecektin." Bu ikisinin itiraf etmeyeceğini anlayan Mae Jin araya girerek;

"Ben sanırım Min Sup'tan hoşlanıyorum!!" İki genç Mae Jin'e baktı ve aynı anda;

"ZATEN BİLİYORUZ!!"

Maejin böle tepki vermelerine uyuz olmuştu. Napsın ama hislerini o kadar gizli tutamıyordu.

"Tamam, bende Min Hye'dan hoşlanıyo olabilirim." diye itiraf etti Kang Jun ve ekledi "Ama o şuan Tae Jun'la çıkıyor."

"Gerçekten mi? Ah, üzüldüm dostum." Mae jin, yavaşça Kang Jun'un omzunu sıvazladı. Ama bu durumu Min Sup'a sorup aslını öğrenecekti.

"Peki ya Jun Woo? Seninde bize söylemek istediğin herhangi bir şey var mı?" Tae jun kaşlarını kaldırarak cevabını bekliyordu. Kararlıydı bu sefer. Ona itiraf ettirecekti.

"Hayır dedim sana. HA-YIR!!!"

"Yaa! Jun Woo!! Neden utanıyosun? Hepimiz söledik işte. Bırak gitsin." Jun woo'da söylemek istiyordu ama olmuyodu işte. Daha kendine bile itiraf edememişti. Aniden ayağa kalktı.

"Ben gidiyorum, birazdan zil çalıcak." "Bu konu kapanmadı." diye bağırdı arkasından Kang Jun. Daha çoook kez açılacaktı.

/////////////////

"SANA İ-NA-NA-MI-YOR-UUUMMM!!!" Min Hye çığlık atarak sınıfa ikizinin yanına koştu. "M-Min S-Sup!! Tae jun baksana ne getirmiişş!!" Min Sup bileğinin ağrısını yoksayarak kafasını yavaşça Min Hye'ın elindeki şeylere çevirdi.

"Şaka yapıyosun!" "Şaka değil!! gerçeek! hemde sahne arkasınada geçebilicez." Min Sup ayağa kalkıp Min Hye'la birlikte zıplamaya başladı. Hye Na ve Rae Na çoktan kapının önünde onları izliyorlardı.

"Kızlar? Neler oluyor? Ve Min Sup ayağın iyileşti mi?"

Min Sup heyecanla ayağının acısını unutmuştu. Rae Na hatırlatınca keskin bi acıyla sırasına oturdu.

"Kııızzzlaaaar!! Tae Jun gerçektendee Musicbank bileti bulmuş hemde hepimiz içinnn!! Üstüne bir de normal bilet değiller, V.I.P. biletler! Kulisleri de gezeceğiz!!!!!!" Hye Na ve Rae Na'da çığlık eşliğinde Min Hye'ın yanına koşarak bilete dokunmak istediler. Min Hye'sa onlara bağırıyordu;

"EĞER O BİLETLERİ YIRTARSANIZ KENDİNİZİ ÖLMÜŞ BİLİN. YAA! HYE NA! İNSAN GİBİ BAAK!!"

"Ohaaaaa! SHINee, SUJU, MBLAQ, FT Island, f(x).." Ağzı bir karış açık konser verecek gruplara bakıyordu.

"Elinizdekiler ne?" Jun woo, Kang Jun ve Maejin'de sınıfa gelmişti. "Musicbank biletleri!!!!" Hye Na biletleri elinde sallıyorken bi tanesini yanlışlıkla yeri düşürdü. Min Hye adeta bir kaplan gibi;

"YAAAAAAAAAAA! HYEE NAAAAA! CANINA MI SUSADIIINNN!" Hye Na tırsmış bir şekilde yerden düşen bileti aldı ve diğer biletlerle Min Hye'a verdi. Gözlerindeki korkuyu anlatacak kelime yoktu.

" Ve sizde geliyosunuz." dedi Rae Na ekleyerek.

"Tamam da nerden buldunuz? Yani bilet bulmak zordur.." arkadan gelen sese yöneldi herkes.

"Ben buldum Min Hye istediği için..." dedi Tae jun onlara yaklaşarak. "Ş-Şey evet.." Min Hye gözünün ucuyla Kang Jun'a baktı. "Barıştık mı Min Hye? Barışcağımızı sölemiştin?" Min Hye dediğini hatırladı.

"Barışırım demedim düşüneceğim dedim..." "Min Hye barış işte.. Daha ne diretiyosun.." Min Sup ikizinin şımarıklılığına göz yumamazdı. Musicbank bileti getiren herkes onun için dokunanamazdı.Ve Tae jun ona bileti getirmişti.. Tae jun'un menajeri onu çağırmasıyla ortamdaki sessizlik bozuldu.

"Bi dakka? Siz daha barışmadınız mı?" Mae Jin sormuştu. "Ne? Hayır..." Kang jun bu cevabı duymasıyla lafa girmesi bir olmuştu. "Ama Tae jun bana sevgili olduğunuzu söyledi." Min Hye'ın gözleri yuvasından çıkacak kadar açılmıştı.

"Öle bişi yok? Hem neden onla sevgili olayım ki?" "Önceden çıkmıştınız yani ne bilim.." "Ne çıkması? O sadece bizim çocukluk arkadaşımız." Min Sup yanlış anlamayı çözmesi umuduyla açıklama yapmıştı. "......." Kang jun içten içe sırıtacaktı ama dudaklarını birbirine bastırdı. Ama şunu biliyordu ki Tae jun bi dayağı hakediyodu.

"Burda dizi mi çekiyonuz yaa? Ben sınıfa gidiyorum." "Rae Na beni bekle sana bişi söylicem." Jun Woo ve Rae Na sınıftan çıkmış kendi sınıftlarına doğru ilerliyorlardı.

"Beklesene dedim." "Efendim?" "Mubank'a gidecek misin?" "Gitmeyi düşünüyorum. Eğlenceli olur yani..." "Tamam babama birlikte gidiyoruz diyelim hem izin alması kolay olur." Rae Na gözlerini kısarak Jun Woo'ya baktı. Bu neydi şimdi?

"Pekala..." "Tamam..Hadi sınıfa gidelim.." ve sınıfa doğru ilerlemeye devam ettiler.


27 Ekim 2013 Pazar

9.Bölüm

Yarim saat sonra, evdeki herkes yemek masasinin etrafinda toplanmis, gecikmis kahvaltilarini yapiyorlardi. Elbette masada en cok konusan kisi Min Hye'di. Kang Jun, Tae Jun'un hayran hayran bakislarini gorunce dayanamayip masanin altindan Tae Jun'un ayagina basti. Tae Jun aciyla inlerken Kang Jun omuz silkip sandalyesine iyice yerlesti. Min Hye sustuktan sonra, bu defa Min Sup konusmaya basladi.

"Heirs'i izlediniz miiiiiiii cok guzeldiiiiiiii aaaaaa Lee Min Hooooo!!!!!"

Bu defa omuz silken Mae Jin'di.

"Lee Min Ho da yakisikli mi canim.. Ben ondan daha yakisikliyim bir kere."

Min Sup kaslarini catip ters ters bakti

"Kes. Sesini. KENDİNİ LEE MİN HO'YLA KARSİLASTİRAMAZSİN CUNKU O LEE MİN HO!"

Jun Se kendini tutamayip bu sacma duruma gulerken Mae Jin ciddi anlamda Min Sup'tan tirsmisti. Tamam, bir daha kendini Lee Min Ho'yla karsilastirmak yok. Min Sup heyecanli heyecanli dus alan Min Ho'yu anlatirken Hye Na gozlerini devirdi, Min Sup'u azicik taniyorsa biri lafini kesene kadar izlediklerini anlatabilirdi, ve Hye Na sabah sabah 100 küsür dizi hakkinda yapilan yorumlari dinleyecek durumda degildi.

"... bir de Tan'in arkadasi Jay var, tam gerizekali. Ya kizin elindekini uyusturucu sandi uyusturucu! yalniz kizin ablasinin sevgilisi de cooooook yakisi-"

"Aa sormayi unuttum, Rae Na, odani daha tam yerlestirmedigini soylemistin, beraber mi yerlestirsek hazir herkes buradayken?"

Min Sup, sozunu kesen Hye Na'ya da oldurucu bakislar attiktan sonra küskün bir tavirla kollarini birbirine baglayip geriye yaslandi. Anlattirmazsa anlattirmasinlar, o da gider bloguna yazardi hih!

Rae Na odasindaki karisikligi dusundu..

"Aslinda.. Sey evet biraz yardim cok iyi olurdu."

"İyi, kahvaltidan sonra burayi toplayip yukari cikariz."

"Once Jun Woo'nun odasini yerlestirin bence." diyerek araya girdi Jun Se. Jun Woo "sanane be" diyerek onu terslese de devam etti: "Jun Woo bu eve Rae Na'dan daha yabanci gibi, esyalarinin bir tanesi bile kutularindan cikmamis, hala kosede bekliyorlar."

Rae Na da aynı Jun Woo gibi rahatsız olduğunu belli eden bir ses tonuyla: "Çok istiyorsa kendisi yerleştirsin." dedi. Jun Woo hala sinirli olduğunu anlayabiliyordu tabi ki. Min Hye ortadaki gerginliği fark etmemişti bile, ama çözümü o buldu. 

"Siz Jun Woo'nun odasını düzenleyin, Hye Na, Min Sup ve ben de Rae Na'ya yardım ederiz." 

Tae Jun yine dudak büktü.

"Min Hye'la oda yerleştiremeyecek miyim yani? Ben de kızlarla yerleştirsem olmaz mı?"

Kang Jun sinirle ona döndü.

"Bir defa senin nereden çıktığını bile anlamadım, bir anda bitiverdin biz kapının açılmasını beklerken! Şimdi bir de durup dururken bizi engelleme. İstiyorsan gidebilirsin de?"

"Ne gitmesi canım.. Sizinle yerleştiririm..."

Tam bunu söylemiş sandalyesinde geriye doğru yaslanırken, dışarıdan gelen bir flash patlamasıyla yerinden sıçradı. Kim fotoğraf çekiyor şimdi???!!!

Rae Na direk sesin geldiği, bahçe tarafındaki cama baktı ve kalabalığı görünce kaşlarını çattı.

"Heh, bir fanlarınız eksikti onlar da tamam."

"Yok artık, bu evimi de mi bulmuşlar!" diye hayıflandı Jun Woo. Jun Se:

"Nasıl heyecanlılardır şimdi. 3 tane idolü bulmuşlar fotoğraf çekiyorlar." Hye Na onu tersledi.

"Aman ne güzel! Onlar heyecanlansın diye biz de arada harcanalım! Gidin imza verin bir şey yapın bir şekilde gitsinler." Tae Jun karşılık verdi.

"O kadar kolay gideceklerini sanmıyorum. Ellerinde pankart bile var. Çok aramış olmalılar burayı."

"Tamam bay Sherlock. Ama burayı sizin için aradılar, benim için değil. Bir yolunu bulup kameralarına yakalanmadan buradan çıkmalıyız."

Jun Se, Hye Na'nın neden bu kadar evham yaptığını anlayamamıştı.

"Kameralara karşı fobin falan mı var senin?"

"Evet, fobim var, tabi onlardan kurtulmamızı bu sağlayacaksa."

Jun Se anlamamıştı ama karşılık vermedi. Başka bir şey fark etmişti çünkü.

"Şu adam... Şey değil mi.."

Herkes Jun Se'nin gösterdiği tarafa baktı.

Jun Woo "kahretsin..." deyiverdi. Tae Jun'un bile uzun zamandır ilk defa ağzı açık kalmıştı. "Olamaz..."

Rae Na: "Ne oldu?" diye sordu.

"Neden o ki? Dünyada başka gazeteci mi kalmadı evimizi bulacak? Kim bilir neler yazacak, akşam haberlerinde 3 idol evde arkadaşlarıyla uyuşturucu çekerken yakalandı diye bir şey görürseniz sakın şaşırmayın....." dedi Tae Jun. Min Sup:

"Oha, yok artık, o kadar da değil." Min Hye'ysa adamı hemen tanıyanlardandı.

"Bu adam.. Kim Kyung Won değil mi?? Hani idol-killer dedikleri."

"İdol ney?"

"İdol-killer. Adamın kafasını taktığı hiç bir idol 2 aydan fazla dayanamadı ve piyasadan çekildi, veya en az 2 yıl bekleyip öyle comeback yaptı. Resmen saplantılı birisi. Kafasından bir skandal yaratıyor ve gidip kendince belgelerle falan kanıtlıyor. Mesela Kangin'in bar kavgasını hatırlarsın, işte orada onu kışkırtıp kavgayı çıkaran kişi Kİm Kyung Won'muş. Kavgayı başlatmış, sonra da çaktırmadan sıvışmış ve hiç adı bile geçmemiş. Hatta GD'in uyuşturucu skandalının altında da bu gazateci varmış. O sigarayı veren kişiymiş. Bazıları IU-Eunhyuk olayında da yine Kyung Won'un IU'nun telefonunu hackleyip o resmi paylşatığını düşünüyor. Mesela TT Ent.în çıkardığı bir kız grubu vardı hani, Artemis. Grubun ilk MV'si bir hafta içinde 3 milyon izleyiciyi geçmişken neden 3 ay geçmeden dağıldılar sanıyorsunuz? Kim bilir ne kadar para kazanmıştır tüm bunlardan."

Nefes almadan milyon tane şey anlatan Min Hye'a bakakaldı herkes. Tae Jun:

"Bunları sen nereden biliyorsun??"

"Bakın, anlamanız gereken bir şey var, şu an burada oturuyor olmasaydım büyük ihtimalle şu dışarıdaki fanlardan biri olurdum. Hatta şimdiye çoktan fotoğraflarınızı çekmiş, shoplamış, kendi fotoğraflarımla birleştirmiş ve üyeliğimin bulunduğu tüm sosyal medya hesaplarına yüklemiştim. Kısacası böyle şeyleri öğrenmek fangörller için çocuk oyuncağıdır. Fan cafeler ne günlere duruyor?" Rae Na:

"Peki fan cafelerden böyle durumlardan nasıl sıyrılacağımıza dair bir şeyler öğrendin mi?"

"Hayır, ama eğer dışarıdaki fanlardan birisi olsaydım şimdiye çoktan oppalarımın yanındaki kızlar hakkında gittiği okuldan kimlik numarasına kadar her şeyi öğrenmiş, onları yok etme planları yapıyor olurdum. Yani güvende olduğumuzu sanmıyorum."

"Sen fan değil sasengmişsin!" diye yakındı Jun Woo.

"Sasengsem kendime sasengim sanane, doğru düzgün fangörllük de yaptırmıyorlar, Allah Allah.." Min Sup:

"Şu an etrafı zombilerle çevrili bir evin içinde sıkışmış bir Walking Dead karakteri gibi hissediyorum. Sanki içeri girerlerse ben de onlardan biri olacak ve bundan kurtulamayacakmışım gibi."

"Ee ne yapıyoruz şimdi?" Rae Na'nın sorduğu gayet yerinde bir soruydu ama cevabı kimse bilmiyordu.

"Onlar sıkılıp gidene kadar üst katta, içeriyi gözetleyemeyecekleri bir odada bekleyelim. İlla ki giderler değil mi?" diye o an mantıklı gelen bir öneri sundu Jun Woo.

Ama hiç de mantıklı değildi. Yukarı çıktıkları zaman karşıdaki evin çatısına çıkmış dürbünle içeriyi gözetleyen iki kız ve merdiven dayamış Rae Na'nın odasındaki balkona tırmanmaya çalışan bir manyakla karşılaştılar.

"Gerçekten zombi gibiler.." demekten kendini alamadı Mae Jin. "Bu evden çıkmalıyız."

"Eğer gelip bizi çatıdan alacak, helikopteri olan biriyle tanışmıyorsanız bu mümkün görünmüyor." dedi Min Hye. Jun Woo en sonunda ellerini çırpıp odasından telefonunu aldı. Tabi ya!

"Bir helikopteri olduğunu sanmıyorum ama ne yapılması gerektiğini bildiğine emin olduğum birisi var!"

'Hyung? Alo? Evet evet Jun Woo ben. Bak şey oldu .........'

Jun Woo çatıya kadar çıkmış olan saesanglari ve nasıl mahsur kaldıklarını anlatınca, Han Kang Min yarım saat içinde dışarı çıkabilmek için hazırlanmalarını söylemişti. Onları gayet doğal yollarla, kapıdan alacaktı.

Yarım saat sonra Rae Na ve Jun Woo da pijamalarından kurtulmuş, Kang Min'in aramasını bekliyorlardı. Kang Min gelince hepsi birden fanların arasından sıyrılmak için tam bir yaşam mücadelesi vermeye başladılar. Jun Woo en önde, hemen arkasında Rae Na, Jun Se, Min Hye ve Kang Jun varken fanların arasından sıyrılıp Kang Min'in kapısında beklediği minibüse girdi. Arkada kalan Tae Jun, Min Sup ve Mae Jin'i beklemeye başladılar.

en öndeki Tae Jun, hızla giderken, arkadakilerin hızına yetişemediğini fark etti. Çekiştirebilmek için çocukluk arkadaşı Min Sup'un elini tutunca, fanlarda oldukça yüksek bir çığlık yükseldi. Fanların arasından 3 numara saçlı, şişman, çizgili bluzlu bir kızın onlara doğru kalabalığı yararak geldiğini fark etti. Siyah kemik gözlükleri görünce bunun her türlü fan meetinginden konserine kadar gelen o saseng olduğunu hatırlayabildi. Bir defasında imza alırken dans bile etmişti. Vazgeçmek için ne istiyordu ki bu kız? Min Sup'u kendine doğru çekerken bu defa da Min Sup'un çığlığını duydu.

"Bileğim!!!"

Min Sup yere düşerken Tae Jun arkasına döndü ama Mae Jin "Çabuk arabaya koş!" diye bağırdı. O çabucak minibüse gitmeye çalışırken Mae Jin de acıdan yüzünü buruşturmuş Min Sup'u kucaklayıp peşinden koştu.

Nihayet minibüse bindiklerinde Min Sup hala sızlanıyordu. Hye Na "Noldu?!!!" diye sorarken Mae Jin eğilmiş Min Sup'un bileğine bakmaya çalışıyordu. Tama ayak bileğini avuçlarının içine almıştı ki Min Sup tekrar çığlık attı.

"Dokunma! Sakın dokunma! Aaah!" Hye Na sinirle Tae Jun'a sordu: "O fanlar düşürdü dimi? Onlar dimii?!!" Sinirle minibüsün kapıyı açacakken kapının hemen yanında oturan Jun Se, Hye Na'yı kendine doğru çekti.

"Delirdin mi nereye gidiyorsun!"

"Düşüren kızı bulmaya!"

"O kadar fan arasından mı? Saçmalama, parçalarlar seni! Kang Min hyung ne bekliyosun hadi gidelim."

Hye Na, Jun Se'nin kendini sıkan kollarından kurtulmaya çalışırken araba hareket etti, ve Jun Se de onu bıraktı.

Bu arada, minibüsün en arkasındaki 3'lü koltukta Mae Jin oturmuş, Min Sup'u da yanına oturtup ayağını kucağına uzatmasını sağlamıştı. Min Sup'un bileği şişmeye başlamıştı.

"İncindi mı acaba?"

"Ne incinmesi ya bence orası koptu siz bana söylemiyosunuz nasıl canım yanıyo haberiniz var mı!!!"

"Saçmalama bileğin yerli yerinde duruyor. Dayan bir iki dakika."

***

Min Sup'un hastaneye götürülüp bileğinin sarılmasıyla (evet fena incinmişti ve doktor bunda düşerken ayağında koşu ayakkabılarının olmasının çok büyük bir rol oynadığını söylemişti) sonuçlanan saçma sapan bir günün ardından, herkes minibüse kurulmuş, yorgunluktan mayışıp kalmıştı. Kang Min onlara dönüp sordu:

"Şimdi nereye gidiyoruz?"

"Tabiki herkes evine gidecek! Bu saatten sonra daha ne yapalım??" dedi Kang Jun. Diğerleri onaylar biçimde kafalarını sallayınca, Kang Min herkesi tek tek evine bıraktı ve en son Jun Woo, Jun Se ve Rae Na'yla yalnız kaldı. Jun Se tüm sabahı çekimde geçirmiş, sonra da oldukça yorucu bir öğleden sonra yaşamıştı. Gerinip koltuğuna yaslanacakken Rae Na'nın sol taraftaki tekli koltukta uyuyakaldığını fark etti. Uzanıp ön koltuğun altındaki, normalde çekimlerle ilgili ekipmanların konulduğu minik dolaba elini soktu ve bulduğu ufak battaniyeyi açtı. Tam Rae Na'nın üzerini örtecekti ki Jun Woo çabucak elinden çekti.

"Ya! Sen niye örtüyorsun!" Alıp özenle Rae Na'nın üzerini örterken Jun Se arkasına yaslanıp gülmeye başladı.

"Aigoo yoksa benim küçük kardeşim Rae Na'dan mı hoşlanıyor??"

"YA! Ne hoşlanması!!! Yok öyle bir şey!!"

Han Kang Min önden karıştı.

"Evet hoşlanıyor."

"Hyung ne saçmalıyorsun!!! Yok hoşlanma falan yok yok yok!"

Jun Se dudaklarını büzdü.

"Eh, sen öyle diyorsan..."

Uzun bir gün geçirmişlerdi..

28 Eylül 2013 Cumartesi

8.Bölüm

Gün Jun Woo'nun tahmin bile edemeyecegi kadar hizla gecip gitmisti. Aksam eve donduklerinde, ayni Rae Na'nin da tahmin ettigi sekilde bir manzarayla karsilastilar, anma masasi hazirlanmis, cocuklarin gelmesi bekleniyor. Rae Na'nin agzindan gun boyu adam akilli bir cumle daha duyamadi. Zaten anma toreni de tahmin ettiginden daha kisa surmustu.

Ama Jun Woo'yu asil sasirtan, sonraki gundu. Cunku Rae Na, anlamsiz bir sekilde mutluydu, sanki hicbir sey olmamis gibiydi. "Belki de artik alismitir bu duruma.." diye dusundu Jun Woo.

O sabah, yani cumartesi gunu, Jun Woo her zamanki gibi yatagindan kalkmakta gucluk cekiyordu. Ama en azindan o gun herhangi bir programi yoktu, Kang Min'in azarlamalarini dinlemeden guzel bir uyku cekebilirdi -ya da o oyle saniyordu.

Rae Na sabah kalktiginda evde kimseyi bulamamisti, bunun yerine kahvalti masasinda bir not vardi:

"Kang Jun Se; programi var

Park Tae Kang ve Kang Tae Sang; rae na icin en guvenilir kalp cerrahını bulmak icin disaridalar

Moon Hee Sun; kalabalığın karnını doyurabilmek için alışverişte

kahvalti ortunun altinda, cok geciktirmeden yiyin, disari cikacak olursanin ayakkabiliktaki fazla anahtari yaniniza alip kapiyi guzelce kilitlemeyi unutmayin

-kalabalik evin annesi hee sun"

Rae Na notu gülerek okudu, evet gercekten kalabalik bir evde yasiyordu, acaba bu karmasaya ne zaman alisacagim diye dusunmekten kendini alamadi Rae Na, ama bir yandan da gercek bir aile ortaminda olmak onu mutlu ediyordu.

Rae Na ortuyu kaldirdiginda gordugu muhtesem kahvalti sofrasi karsisinda bir anlik donup kaldi, en son ne zaman bu kadar guzel bir kahvalti etmisti? Ah dogru. Bu eve tasindiklarindan beri neredeyse her gun..

Cok bekleyemeden Jun Woo'yu uyandirmak icin yukari cikti. Odasina girmeden once biraz duraksadi, kim bilir icerisi ne durumdaydi. "Aman neyse ne, cok karman cormansa uyandirmam, seslendim uyanmadin der cikarim isin icinden" diye dusunerek odaya daldi, ama icerisi dusundugunden daha derli topluydu. Duvarin dibine siralanmis karton kutulari gordu. Jun Woo henuz odasina yerlesmemis miydi?

Yavasca Jun Woo'nun yataginin basina gitti. Uyurken yastigi coktan yere firlatmis, sacma sapan bir pozisyona gecmisti.

Rae Na egilerek yavasca seslendi:

-Jun Woo!

Cevap gelmedi. Rae Na nin daha fazla yumusak yumusak seslenmek gibi bir niyeti yoktu. Yerdeki yastigi eline aldi, ve o anlik cok mantikli gelen bir sekilde Jun Woo'yu yastikla durtmeye, hatta vurmaya basladi.

-Jun Woo!! Kang Jun Woo!! Kalksana be!! JUN WOOOO!!!

Jun Woo gozlerini hafifce aralayip Rae Na'nin yuzunu gorunce, "Hala ruya goruyorum falan heralde" diye dusundu. Ama Rae Na yastikla git gide daha sert vurmaya baslamisti ki bu canini yakiyordu. Mirildanmaya basladi.

-Tamam tamam kalkicam... Az sonra.. Sen git ben geliyorum...

Rae Na gozlerini kisip supheyle Jun Woo'ya bakti. Az sonra falan gelmeyecegi ne kadar da belliydi.. Yastikla bir kac kez daha vurup sesini yukseltti:

-NE AZ SONRASİ BE KALKSANA!!!!

Jun Woo'nun mirildanmalari ve Rae Na'nin git gide sertlesen vuruslari bir kac tur daha gidip geldi ve en sonunda Jun Woo, az bucuk sinirlenerek Rae Na tekrar vurmak uzareyken once yastigi tuttu ve bir kenara atti, sonra Rae Na'yi bileklerinden yakalayip yataga cekti. Rae Na'nin gozleri saskinliktan iyice buyurken Jun Woo tam olarak Rae Na'nin uzerindeydi. Rae Na:

-MANYAK MİSİN YA! KALK YOKSA CİGLİK ATARİM!

-Beni uyandirmaya bir baskasi yerine sen geldigine gore ciglik atip da dikkatini cekebilecegin kimse yok evde, degil mi?

Rae Na cevap veremeyecek kadar korkmustu. Jun Woo biraz daha uzerine dogru egildi.

-Biraz daha gelirsem ne olur biliyor musun?

Rae Na yine cevap vermedi. Jun Woo'nun iki yana sabitlemis sikica tuttugu bileklerini kurtarmayi denedi, basarili olamadi. Jun Woo devam etti.

-Daha once hic birini bu sekilde sikistirmamistim biliyor musun? Garip bir durummus gercekten, sık sık tekrarlamaliyiz.

Rae Na'nin kizardigini gorebiliyordu.

-Artik birakir misin, komik degil.

Sesinin titremesine engel olamamisti. Jun Woo biraz daha egildi, dudaklari neredeyse birbirine degecek kadar yakindi.

-Komik dememistim zaten. Sence.. Seni su an öpsem ne olur?

-Ben kabul etmiyorken mi?

-Kabul etmiyor musun?

Rae Na cevap veremeden Jun Woo biraz daha eğildi. Gittikçe daha da korkutucu oluyordu.

Ta ki zil calana kadar. Jun Woo umursamamaya calisti ama bu defa da Kang Jun'un bahceden gelen sesini duydular.

-RAE NA-AH!!!!! JUN WOOO!! KANG JUN WOO!!! LAN ACSANİZA KAPİYİ!!

Rae Na, Jun Woo’yu tekrar ittirmeye çalışırken bu defa Jun Woo da Kang Jun’un sesini duyduğu için irkildiğinden, çok uğraştırmadan çekildi, Rae Na koşarak odasına gitti ve kapıyı çarparak kapadı. Bunu. Jun Woo’ya. Ödetecekti.

Jun Woo, Rae Na’nın kapısını tıklayacakken son anda vazgeçti, aşağı inip kapıyı açtı, ve sadece Kang Jun oldugunu sanarken karsilastigi manzarayla resmen soka ugradi.

Kapinin onunde ekmek kuyruguna dizilmis gibi Kang Jun, Mae Jin, Min Hye, Min Sup, Hye Na ve Tae Jun siralanmislardi. Jun Woo;

-Be... Ben... Bir saniye.. Sey, yani, sey.. Normalde eve pek misafir almam da...

Min Hye hic umursamadan Jun Woo'yu kenara iterek iceri girdi ve hayranlikla evi incelemeye basladi.

-Voaa demek idollerin evleri boyle oluyormus.. Kocaman!

Min Sup kahkaha atarak peşinden girdi.

-Ya, az önce bir idolü ittirdin, bunu yapacağın hiç aklıma gelmezdi, vay be!

-Bak şimdi, o artık dibimde olan bir idol, nasıl desem, bir çekiciliği kalmadı artık, (sesini alçaltarak devam etti) zaten bence artık onun bir sahibi var...

-Yok canım, saçmalama, dedi Min Sup. Min Hye aynı heyecanla cevap verdi:

-Bak, aşık birini gözünden tanıyabilirim! Ve emin ol kime aşık olduğunu da biliyorum, aralarını da öyle bir yapacağım kiii

Min Hye yüzünde korkutucu bir ifadeyle ellerini ovuştururken Jun Woo hala şaşkın şaşkın kapıdan onları izliyordu. Daha fazla kendini tutamadı:

-YA! NE AŞIĞI! N'OLUYORUZ BE!

Mae Jin kolunu Jun Woo'nun omzuna koydu.

-Sakin ol ya, sabah baban Kang Jun'u aramış, evde tekler sıkılırlar diye, biz de sizi neşelendirmeye geldik, arkadaşlarını değerini bil bence.

Elindeki içi cipslerle doldurulmuş torbayı sallayarak içeri geçti. Jun Woo'ysa " Yaa, nasıl mutlu oldum anlatamam" diye geçirdi içinden.

-Rae Na nerede? Yoksa daha uyanmadı mı? diye sordu Hye Na.

-Bilmem, odasındadır heralde, ben de yeni kalktım zaten, diyerek iyi bir salladı Jun Woo.

Eve hepsinin arkasından giren Tae Jun'sa sinsi sinsi Min Hye'a yaklaştı:

-Bir saniye, şimdi bana tavır almanın sebebi yakınında bir idol olmam mı? Bak istersen bir süre uzaklaşabilirim, gerçekten, hiç sorun değil...

Min Hye üfleyerek gözlerini devirirken Kang Jun, Tae Joon'u kafasından geriye doğru ittirip Min Hye'ı da önüne alarak salona geçti. Tae Jun bu defa taktik almak istercesine Min Sup'a yaklaşıyordu ki Mae Jin de Kang Jun'un yaptığını yaparak Min Sup'la beraber salona geçti, en sonunda girişte yalnız kalan Tae Jun'sa mecburen kollarını birleştirdi, oflaya puflaya salona geçti. Mae Jin, Min Sup'la beraber ellerindekileri alıp salonla bitişik mutfak büfesinin arkasına geçtiler ve tabak aramaya koyuldular. Jun Woo, onlara yardım etme veya üzerindeki pijamalarını değiştirme gereği bile duymadan koltuğa kuruldu, aklında Rae Na vardı. Ne yapıyordu acaba yukarıda. Hye Na az önce yukarıya Rae Na'nın yanına çıkmıştı.

Hye Na kapıyı tıklatarak içeri girdi, Rae Na makyaj aynasının önünde kollarını iki yana koymuş, ters ters aynaya bakıyordu. Hye Na'nın içeri girdiğini fark etmemişti bile. Hye Na gülümseyerek gidip yatağına oturdu.

-Günaydın! Bil bakalım aşağıda kimler var!

Rae Na cevap vermeden başını salladı.

-Ne, tepki vermeyecek misin? Rae Na? İyi misin sen? Neyin var bugün?

Rae Na engelleyemediği kadar cıvık bir sesle karşılık verdi.

-İyi, sen in, ben giyinip geliyorum birazdan.

-Ben.. Şey.. Bir saniye, iyi olduğuna emin misin sen, n'oldu sabah sabah?

-İyiyim iyi, in sen.

Hye Na kapıyı kapayarak çıktı ama Rae Na'nın iyi olmadığından da emindi. Merdivenleri koşarak indi ve salona girip Jun Woo'nun karşısına dikildi.

-Ne yaptın sen?

Odadaki herkes şaşkınlıkla Hye Na'ya, ardından da bir cevap vermesi için Jun Woo'ya döndüler. Jun Woo da birden bire gelen bu soru karşısında şaşırmıştı.

-Ne yapmışım?

-Ben de onu diyorum, sabah sabah Rae Na'ya ne yaptın?

-Hiçbir şey yapmadım!

-Doğruyu söyle. Biz yokken Rae Na'ya ne yaptın? Canını sıkacak bir şey mi dedin!

-Ya! Neden bir şey yaptığımı düşünüyorsun! Tersinden kalkmış olamaz mı?!

Hye Na bir adım daha yaklaşıp Jun Woo'nun üzerine doğru eğildi.

-Bana. Doğruyu. Söyle. Rae Na'ya. Ne. Yaptın.

Jun Woo'nun gözleri korkuyla irileşti. Tamam, biraz çarpıtarak da olsa doğruyu söyleyecekti.

-Ben.. Şey.. Yani.. Şey oldu..

Hye Na sabırsız bir şekilde tekrar bağırdı.

-LAFI GEVELEME!

-Tamam. Şey oldu, sabah beni uyandırmak için odama geldi. Sonra.. Sonra şey oldu... Ben kalkmayınca yastıkla vuracaktı, ben de yastığı tutunca dengesini kaybetti düşecekti, onu tutayım derken ben de kalktım, bu defa ikimiz birden dengemizi kaybettik ve şey işte.. Şey.. (Jun Woo saç diplerine kadar kızarmıştı) Onun..

Min Sup saklamayı beceremediği bir heyecanla büfenin üzerine çıkacakmış gibi zıpladı ve:

-Yoksa üzerine mi düştün! Oha dizilerde de hep öyle olur!

Mae Jin parmağını Min Sup'un dudaklarına götürüp susturur gibi oldu, ama Jun Woo'nun iyice kızardığını fark edince hepsi bir anda şaşkınlıkla yuhladılar. Jun Woo utana sıkıla devam etti.

-Sonra..

-Sonrası da mı var?!

Min Hye da aynı ikiz kardeşi gibi heyecanını saklayamadan, daha doğrusu saklamaya bile çalışmadan oturduğu koltuktan ayağa fırladı ve:

-Oha yoksa öptün mü!! Doğru söyle öptün dimi!! Aaaaaayyyyyyyyyyy çok tatlı bir de kızarıyorsun aaaaaaaaayyyyyyyyyyyyy

Jun Woo'nun gözleri kocaman açılırken Kang Jun çekiştirerek Min Hye'ı yanına geri oturttu ve kulağına fısıldadı "Sakin ol, sakin" Jun Woo'ysa sinir ve utanç karışımı bir duyguyla bağırdı:

-Ya ne öpmesi! Yok öpücük falan! O nereden çıktı!

Hye Na şüpheyle gözlerini kısarak Jun Woo'ya baktı.

-Niye öpücük deyince bu kadar stres yaptın? Üzerine düşmek dışında bir şey yapmadığına eminsin değil mi?

Kang Jun sonunda oturduğu yerden kalktı ve diğerlerinin şaşkın bakışları arasında Jun Woo'yu yakasından tuttuğu gibi peşinde sürükleyerek salondaki kapıdan bahçeye çıkardı. Min Hye'ın hayran hayran bakışlarını fark eden Tae Jun da ayaklanıp Mae Jin'in yakasına yapıştı. Mae Jin "manyak mısın be ne yapıyorsun" bakışları atarak ittirmeye çalışırken Tae Jun eli hala çocukcağızın yakasında Min Hye'a döndü:

-Böyle hareketlerden mi hoşlanıyorsun yani? Bak ben de yapabiliyorum!

Min Hye yine gözlerini devirirken Mae Jin de elinden kurtulduğu Tae Jun'un ensesine bir tane geçirdi,

-Sen neyin peşindesin ya manyak mıdır nedir dur bir dakika şurada.

Salondakiler- Tae Jun dışında- seslerini duyamasalarda sürgülü cam kapıdan görünen Kang Jun'a ve Jun Woo'ya odaklanmışlardı bu defa.

Dışarıdaysa, Kang Jun, Jun Woo'yu bahçenin çitlerine doğru ittirmiş, bir eliyle hala yakasını tutmuşken sinirle bir şeyler anlatıyordu.

-Neden hala Rae Na’yla uğraşıyorsun?!

-Kimseyle uğraştığım yok! Bilerek olmadı.

-Jun Woo.. Doğruyu. Söyle.

-Ben, şey, yani.. Öpmek..

Kang Jun biraz daha üzerine doğru yürüyünce Jun Woo sustu. Kang Jun:

-Sen onunla uğraşmasanda Rae Na yeterince zorlanıyor zaten, kuzenimle uğraşma.

-Uğraşmıyo-

-Hala konuşuyor musun?! Çabuk gidip ondan özür dile!

Jun Woo başını önüne eğdi, tamam evet biliyordu hatalıydı, mahcuptu, ve Kang Jun haklıydı. Rae Na’dan özür dilemeliydi.

Kang Jun hışımla arkasını döndü ve eve girdi, Min Hye'la göz göze geldi ve hayran hayran bakan yüz ifadesini fark edince anlamadığı bir şekilde, utandı.. Yani.. Bildiğin utanmıştı.. Yok, yani, Min Hye o kadar güzel bakıyordu ki.. Hayır! Kendine gel Park Kang Jun! Tae Jun'un tekrar Min Hye'ın dibinde oturmuş yiyecek gibi Min Hye'a baktığını görünce sinirlenerek yanlarına gitti, Min Hye'a bakarak:

-Gel mutfağa geçip içecekleri koyalım dedi imalı imalı. Min Hye ayağa kalkarken Tae Jun da ayaklanır gibi oldu ama Kang Jun'un kafasından ittirmesi üzerine tekrar koltuğa doğru düştü. "Hayır yani Kang Jun' a ne oluyor ki?!" diye düşünmeden edemedi Tae Jun.

Min Hye'yse hala kırgın olduğu Tae Jun'dan bir anlığına da olsa kurtulmuş olmanın verdiği rahatlıkla Kang Jun'u tkaip etti ve büfeyi geçip bardakların bulunduğu dolaba yönelen Kang Jun'u takip etti. Mae Jin ve Min Sup çoktan ellerinde cips kaseleriyle salona geçmişlerdi bile. Min Hye:

-Vay canına, Jun Woo'nun evindeki bardakların yerini bile biliyorsun.

-E tabiki, yakın arkadaşım sonuçta. Liseye başlamadan önce buraya sık sık gelir giderdim. O zamanlar babamın ve Jun Woo'nun babasının kuzen olduğunu bilmiyordum tabi, zaten Jun Woo'nun babası da genelde evde olmazdı.

Min Hye kaşlarını çatarak:

-Neden böyle bir açıklama yaptın ki şimdi?

Kang Jun utanmıştı. Cidden, neden böyle gereksiz bir bilgi vermişti ki şimdi? Bir saniye, Kang Jun bir kızın yanında kızarıyor muydu? Hayır! İmkanı yok! Bardakları çıkarıp hızla tezgahın üzerine dizdi. Min Hye:

-Bunları içeri tek tek götüremeyiz heralde, şuradaki tepsiyi alıp ona dizsek daha iyi olmaz mı?

Parmağıyla bulaşık sepetinin hemen gerisinde duvara yaslanmış yuvarlak tepsiyi gösteriyordu. Kang Jun'un cevabını beklemeden önüne geçti ve tepsiyi aldı, bardakları üzerine dizdi. Tepsiyi kaldırmış içeri doğru hareketlenirken (uçak sanki sdşlfksdşl) Kang Jun telaşla önüne geçti ve tepsiyi elinden çekti.

-Şey, ben taşırım, sen geç içeri istersen.

-E beni niye çağırdın o zaman?

-Ne bileyim, Tae Jun'un yanında bunalmış görünüyordun da-

Kang Jun birden ne dediğini fark edip sustu. Min Hye'ın gözlerinde bir şeyler parlamıştı.

-Bir saniye kıskandın mı yoksa?

Kang Jun telaşla bağırdı.

-Yok canım! Ne kıskanması! Ne alaka ya!

Min Hye cevap veremeden, Kang Jun hışımla elinde tepsi salona geçti. Min Hye da gülümseyerek yine peşine takıldı.

Bu arada Mae Jin o kadar fırsatı olmasına rağmen Min Sup'la düzgün bir muhabbet kuramamıştı. Bu kadar zorlanması normal miydi ya, alt tarafı bir kızla konuşacaktı, değil mi?

-Min Sup şey.. Tae Jun.. Heh, Tae Jun. Nasıl arkadaş oldunuz Tae Jun'la?

-Anlatmamış mıydım?

Mae Jin kızardı. Anlatmış mıydı ya? Hiç hatırlamıyordu ama cidden anlattıysa fena rezil olmuştu. Min Sup yine de gülümseyerek devam etti:

-Sadece kızlara anlatmışım heralde, Tae Jun bizim çocukluk arkadaşımız. Beraber büyüdük gibi bir şey.

Mae Jin gülümsemeye çalışarak başını salladı. Ne yapıyordu ya?! Beyni ee ne duruyorsun bir şeyler söylesene tarzı bir sinyaller gönderiyordu ama aynı beynin ne demesi gerektiği hakkında en ufak bir fikri yoktu.

Jun Woo yanına oturmuş utangaçlığından düzgün iki cümle kuramayan Mae Jin'e, köşeye bir yere oturmuş kendi kendine tripli Tae Jun'a, bir de Min Hye'la beraber kola dolduran Kang Jun'a baktı. Oda vıcık vıcık aşk kokuyordu sanki... Aşk demişken..

Rae Na'nın odasına çıkmak için ayağa kalktı ve salondan çıktı. Tam girişteki merdivene giderken kapı bir anahtarla açıldı ve Jun Se içeri girdi. "Hah, bir bu eksikti" diye içinden geçirdi Jun Woo..

Jun Se başını eğip onu selamlarken Jun Woo hiç takmadı bile, doğruca yukarı çıktı. Hye Na kötü kötü bakarak odadan çıkarken, içinden ikisini yalnız bırakmak hiç gelmiyordu ama, inanılmaz derecede tuvaleti gelmişti. (şey, biliyorum, tamam, ama biraz yalnız kalmalılar canım onlar da! :D) Jun Woo camın önündeki koltuğa oturmuş Rae Na’yı süzdü, ve biraz da korkarak yanına gitti.

-Şey.. Kızgın mısın?

Rae Na cevap vermedi, sadece pis pis bakmakla yetindi.

-Ya ben.. Bilerek düşmedim, daha doğrusu sen bilerek düşmedin, ben de bilerek şey yapmadım, şey işte-

-Kes sesini. Defol git başımdan.

-Ya ama gerçekten-

-Jun Woo. Git. Başımdan. Sinirlerim bozuluyor.

-Çok mu kızdın ya? Bak ama öpmedim bile! Şey, yani-

-YA KANG JUN WOO!!

Jun Woo ayağa fırladı, tam çıkarken

-Şey, kahvaltı edeceğiz, seni bekliyoruz aşağıda çabuk gel.

-SEN HALA GİTMEDİN Mİ?!

Rae Na’nın fırlattığı yastık ona ulaşmadan Jun Woo kapıyı kapayıp çıkmıştı. Nasıl affettirecekti şimdi kendini?

Aşağıdaysa, Jun Woo’ya verdiği selama karşılık alamayan Jun Se keyfini hiç bozmayarak ayakkabılarını terlikleriyle değiştirdi ve salona girdi. Tamam, böyle bir kalabalık görmeyi beklemiyordu.

-Şey.. Ben.. yanlış bir zamanda mı geldim?

Mae Jin:

-Yok, ne yanlış zamanı, hoşgeldin hyung! Jun Woo'yu gördün mü bu arada?

Jun Se gidip Mae Jin'in yanına otururken başını salladı.

-Ben girerken o da yukarı çıkıyordu. Bugün özel bir şey mi var? Neden toplandınız?

-Toplanmamız için illa özel bir şeye mi gerek var hyung? Uzun zamandır bu eve gelmemiştik zaten. A bu arada, sana arkadaşlarımızı tanıtmadık.

Eliyle Min Hye ve Min Sup'u işaret etti. Jun Se:

-Paradise High için geldiğimde sizinle yemekhanede oturan hanımlar değil mi? Neydi- Min Hye ve... Min.. Min Sup?

Min Hye içine kaçmış fangirl ü yine gözler önüne serdi ve heyecanla onaylar biçimde başını salladı.

-İnanmıyorum, taa ne zaman görmüştünüz ama hala hatırlıyorsunuz! Harika bir şey bu!

Kang Jun içinden gelen garip bir dürtüyle Min Hye'ın koluna birazcık sert bir çimdik attı. Min Hye hışımla arkasını dönüp Kang Jun'a öldürücü bakışlar atarken o sadece omuz silkmekle yetindi.


29 Ağustos 2013 Perşembe

7.Bölüm

Yine tanıdık banyo kavgasına uyandı. Son iki haftadır olduğu gibi.. Hemen yan taraftaki banyonun önünde duvarları aşıp gelen bir ağabey kardeş tartışması yaşanıyordu.

Jun Woo:

-Ya, benim acelem var bir kere okula yetişeceğim daha! Jun Se:

-Benim okulum yok mu sanıyorsun? Eğer profesör Kim'in dersine bir kez daha geç kalırsam beni almayacak!

Rae Na duyduklarına dayanarak Jun Woo'nun bir dahaki hamlesinin ne olacağını biliyordu. Tartışmanın tam bu kısmında Jun Woo, Jun Se'yi ittirip içeri girmeye çalışırdı, Jun Se de ona karşılık vermeye kalkınca ikisi birbirlerine girerlerdi ve bir tarafın çekiştirmesiyle yere yığılıp, orada tepinmeye devam ederlerdi. Evet evet, çok çocukça.

Rae Na'ya göre Jun Woo'nun böyle davranması normaldı ama Jun Se ilk bakışta çok daha oturaklı bir tip gibi görünmüştü gözüne. Onun da aynı şekilde çocukça davranması şaşırtıcıydı.

Koridordan gelen patırtıya bakılırsa hala yerdelerdi. "Bari benim bir işime yarasın bu durum" diye düşündü ve yataktan kalkıp önceki gece kapının arkasına astığı havlusunu aldı ve sessizce kapıyı açıp yerdekilerle göz teması kurmamaya çalışarak çabucak yandaki kapıdan banyoya girdi. O kapıyı kaparken hala boğuşan Jun Se durumu farketmişti bile:

-Ya ya ya! Jun Woo kalk üstümden Rae Na girdi yine yaaaa!!

-Ne? PARK RAE NA! HİLE YAPIYORSUN! Çıksana!!

Rae Na tabiki cevap vermedi. 15 dakika sonra işini bitirmişti, havluru saçına sarıp kapıyı açınca kapıya yaslanmış Jun Woo ve Jun Se'nin üzerine yığılmasından son anda kaçabildi. Rae Na:

-N-noluyo ya!

Jun Se:

-Çok garip, hiç ses çıkarmıyorsun. İçeride ne yaptın öyle?

Jun Woo:

-Koku da gelmiyor bak. Cidden ne yaptın ki? Rae Na ters ters baktıktan sonra havlusuna dokundu:

-Kusura bakmayın gençler sıcak suyu birazcık tüketmiş olabilirim. Eh, idare edeceksiniz artık.. Jun Woo:

-YA! BUNA HAKKIN YOK! YİNE Mİ SOĞUK SU YA!

O kendi kendine söylenmek gibi bir gaflete düşünce Jun Se bundan yararlanıp banyoya daldı ve kapıyı kilitledi:

-Benimki en azından ılık olacak!

Rae Na odasına geçip giyinmiş, saçını kurularken Jun Woo'nun annesinin sesi duyuldu:

-KAHVALTI HAZIR HALA GİYİNMEDİNİZ Mİ SİZ!

Rae Na inip herkesi selamladıktan sonra her zamanki gibi masaya babasının yanına oturdu. Tae Sang:

-Rae Na, Jun Woo ve Jun Se uyandı mı? Gelmiyorlar mı aşağıya? Rae Na gülümseyerek:

-Yukarıdaki gürültüleri duymadınız mı, kalktılar tabi. Rae Na'nın babası birden bir şey hatırlamış gibi Rae Na'ya döndü:

-A bak, haplarım bitti demiştin dimi, çıkmadan önce isimlerini bir daha yaz da bugün unutmadan onları alayım. Rae Na kafasıyla onaylarken:

-En az 10 yıldır aynı hapları kullanıyorum ve sen hala bana isimlerini sorup duruyorsun. Bazen babam olduğundan şüphe ediyorum, hayır yani nasıl benim gibi zeki bir kız seninle aynı genleri taşıyabilir ki?

Masaya Tae Sang ve Tae Kang'ı kapsayan belli belirsiz bir gerginlik düştü. Tae Kang bunu bozmaya çalışarak gülümser gibi oldu ve:

-Bakıyorum da pek bir mütevazıyız bugün? Rae Na saçlarını arkaya doğru savurarak:

-Tabi canım, her zamanki halim.

-Ben de harçlığını verirken biraz mütevazı olsam nasıl olur acaba...

Tae Sang gülerek onlara baktı:

-Hyung, ne ilacı? Tae Kang:

-A, anlatmamış mıydım daha önce, kalbi için, Rae Na'nin kalbi için.

Jun Woo'nun annesi endişeyle bakarken:

-Rae Na'nın kalbi, için mi? Rae Na babasını beklemeden bu soruyu cevapladı:

-Doğuştan gelen bir şey. Annemde de varmış, şey gibi, kalbim arada sırada tekliyor. Tae Kang:

-Şakası yapılacak bir şey mi bu? Ritim bozukluğu var işte, daha önce biri 4 diğeri 12 yaşındayken ufak çaplı kalp krizleri geçirdi, 2 DEFA.

Tae Sang:

-Ya hyung, bunu nasıl daha önce anlatmazsın, azımsanacak bir konu değil bu, kalp krizi ne demek??

Tam o sırada Jun Woo merdivenlerden inmiş masaya yaklaşıyordu. Jun Woo:

-Kalp krizi mi? Kim geçirmiş kalp krizini?

Rae Na hala dalga geçer gibiydi, parmağını kaldırdı:

-Yaa, ablanız neler gördü geçirdi..

Tae Kang bu şakanın uzamasından rahatsız olmuş gibiydi:

-Rae Na, uzatma, gerçekten bir şey gördün geçirdin sanacaklar, şakası yapılır mı bunun ya, oldu bitti işte, haplarını alıyor artık, asıl tedaviye reşit olunca başlanacaktı, ah cidden, burada da iyi bir doktor bulmak lazım şimdi.

Tae Sang:

-Takılman gereken bir şey değil bu, buluruz.

Rae Na'nın yanına oturmuş olan Jun Woo ona doğru eğildi ve kulağına:

-Cidden 2 defa kalp krizi mi geçirdin? Nasıl mümkün oluyor ya bu?

Rae Na aynı fısıltıyla cevap verdi:

-Ne olmuş yani ufak çaplılardı işte.

Jun Woo inanamayan gözlerle Rae Na'ya baktı. Bir kız nasıl bu kadar rahat davranabilirdi ya, kalp krizi KALP. Beraber yaşadıkları 2 hafta içerisinde biraz umursamaz bir tip olduğunu anlamıştı zaten ama bu kadarı da fazla diye düşündü. Sağlık sorunlarını da mı takmıyordu yani? Saçma sapan şeyler mi yaşamıştı acaba bu kadar duygusuz bir hale gelebilmek için?

Kahvaltıdan sonra kapıya çıkmış onları okula bırakması için Han Kang Min'i beklerlerken Jun Woo, Rae Na'nın ruh halinin bir anda değiştiğini farketti. Sabahki gibi neşeli değildi. Onu biraz da kızdırmaktan korkarak sakince merak ettiği konuya girdi:

-Kalp krizi geçirmen.. Nasıl desem.. Normal bir durum değil..

-Normal bir durum olsa sence de çok komik olmaz mıydı? Değilse nolmuş, oluyor, atlatırsan yaşamaya devam edip bir sonraki krizi bekliyorsun, onu da atlatırsan bir diğerini. Babam bunu biraz fazla abartıyor ama bence.

-Kızım delirdin mi sen, abartılmayacak bir şey mi sence bu? Hayır yani kalp krizi diyoruz, ölümüne sebep olabilir.

-Herkes bir gün ölecek, benimki kalp krizinden olsa ne farkeder?

-Ölümü çok hafife alıyorsun.

-Sen de daha önce ölen birilerini görmüş gibi konuşuyorsun

-Ne fark eder? Ölmekten korkmak için illa onunla karşılaşmak mı lazım?

-Hayır, ölümle karşılaşmak ve birilerinin ölümüne şahitlik etmek farklı şeyler.

-Peki, sen bunu nereden biliyorsun?

-Daha önce ölen birilerini gördüm.

Jun Woo şaşkınlıkla başını kaldırdı. Rae Na dimdik durmuş, yüzünde aynı zamanda hem gergin, hem de kararlı bir ifadeyle ileriye doğru bakıyordu. Nereye baktığını kestiremedi ama onu daha önce hiç böyle görmemişti. Gerçekten.. Gerçekten ölen birilerini mi görmüştü? Saçmalık.. Ağzından cevabını duyunca hemen pişman olacağı bir soru çıktı:

-Kim?

Rae Na bir milim bile kıpırdamadan aynı soğukkanlılıkla cevap verdi:

-Annem.

Jun Woo yutkundu:

-Ben.. Şey.. Bilmiyordum, annenin..

-Daha önce hiç bundan bahsettiler mi?

-Kimler?

-Annenle baban işte.

-Ben.. Ne bileyim.. İki hafta öncesine kadar babamın çocukluk arkadaşlarının varlığından bile haberim yoktu ki..

-Doğru, daha önce hiç bahsetmemişlerdi dimi..

Jun Woo yine pişman olacağı bir soru sordu:

-Neyden?

-Annemin öldürülmesinden.

Jun Woo gürültülü bir şekilde yutkundu.

-Annen.. Öl-öldürüldü mü? Bilmiyordum-

-Hiçbir şeyi de bilmiyormuşsun sen ya. Gerçi kimse bilmiyor bunu. Ben bile hatırladığım şeyin ne olduğundan emin değilim.

-Niye durup dururken.. Annenden-

-Bugün annemin ölüm yıldönümü.

-Ne??

-Asıl ironik olan ne biliyor musun?

-Eminim babam da farkındadır ama benim moralimi bozmamak için şimdiden sesini çıkarmamıştır. Her sene aynı şeyi yapıyor zaten. Okuldan çıkınca arayıp eve erken gelmemi, anma töreni yapacağımızı da söyler eminim. Hep aynı..

-Bir saniye, sabahki neşeli halin, oyun mu oynuyordun?

-Sana bugün annemin günü diyorum ve sadece sabahki mutluluğumu mu sorguluyorsun? Beynin düşündüğümden daha yavaş çalışıyor sanırım.

Jun Woo cevap vermedi-doğrusu biraz utanmıştı. İçeride tam bir aile saadeti yaşanıyordu ve Rae Na belli etmemeye çalışsa da bu duruma biraz kırgın olduğu ortadaydı. “Haklı da” diye düşündü Jun Woo. Yaşıtlarının annesi, babası, ağabeyleri vardı, Rae Na’nınsa sadece bir babası.. Her şeyden öte, annesi cinayete kurban gitmişti demek.. Aslında bu cinayet olayının nasıl olduğunu da acayip derecede merak ediyordu ama bir pot daha kırıp Rae Na’dan dayak yemek istemediğinden başını öne eğip susmayı tercih etti. Kulaklıklarını takarken Rae Na’nın yürüyerek uzaklaştığını fark etti.

-Rae Na! Nereye gidiyorsun? Hyung birazdan burada olur.

-Hava almak istiyorum biraz. Durağa kadar yürüyüp otobüsle giderim.

Bunları söylerken arkasını bile dönmemişti. Jun Woo biraz-ama sadece biraz oflanarak çantasından kepiyle gözlüğünü bulup taktı ve Rae Na bu durumdan bihaber olsa da peşinden yürümeye başladı. Bir yandan da Kang Min’e mesaj çekip bugün gelmesine gerek olmadığını, babasının bırakacağını, veya bunun gibi birkaç zırvalığı yazdı. Büyük ihtimalle menajeri bu kısa mesajdan kıllanıp onu arayacaktı ama Jun Woo telefonun titreşimini de kapayıp sessize aldıktan sonra çantasının derinliklerine fırlatıp başındaki kepi iyice yerleştirdi ve Rae Na’nın peşinden yürümeye başladı.

Rae Na başını önüne eğmişti, sakin adımlarla yürüyordu, sırt çantasının öne gelen kollarına sımsıkı tutunmuştu. Jun Woo gidip de “Arkandayım ha haberin olsun” diyerek onu kızdırmaktansa o fark edene kadar aralarındaki mesafeyi koruyarak yürümeye karar verdi. Bir kaç defa flaşın patlama sesini duyar gibi oldu ancak çok önemli bir şey yoktu. Herhangi bir fandır belki diye düşündü.

Uzun süre yürüdükten sonra otobüs durağına vardılar. Jun Woo hiç alışık olmadığı biçimde o kadar yürümüş, üzerine bir de 10 dakikadan fazla durakta beklemişti. Rae Na’ysa hala başı önünde, Jun Woo’dan bihaber kendi halinde takılıyordu. Bu normal insanların yaşamı da ne kadar zordu canım.. Ama Jun Woo en büyük şoku yaklaşan otobüsü görünce yaşadı. İçerisi TIKLIM TIKLIMDI!! Bir durakta bekleyen onlarca insana baktı, bir de otobüsün içindeki sürüye ve, o an içinden Rae Na’yı kolundan tutup çekmek, ve Han Kang Min’i geri çağırıp arabaya atlayarak okula, hatta hayır ne okulu, Rae Na’nın rahatça bağırıp çağırabileceği, hatta isterse ağlayabileceği bir yerlere gitmek geçti. (sonra üşendi falan sflgkjdflkjgldkjf tamam tamam biliyorum jun woo ben değil klgdflkjgdflg yani şaka lan ne üşenmesi yok üşenme falan ldfkgjf) Ama yapmadı. Çünkü Rae Na’yı deli gibi kızdıracağını biliyordu. Yine de yapabileceği bir şey vardı..

Yanaşan otobüse doluşmaya çalışan insanların içine Rae Na’yı buldu ve elini sıkıca tuttuktan sonra olabildiğince sarılıp otobüse bindi. Rae Na bir anlık şokla gözleri kocaman açılmış bir şekilde elini tutan sapığa baktı. Onun Jun Woo olduğunu fark etmeseydi büyük ihtimalle çoktan malum yerine tekmeyi basmıştı.

-YA KANG JU-

Jun Woo refleks olarak boştaki elinin işaret parmağını Rae Na’nın dudaklarına bastırıp bağırışını durdurmayı başardı.

-Tamam tamam benim bağırma sakın bu kalabalıkta bir de fanlarım falan çıkarsa öldük demektir. Şimdi bak, seni cama yaslayacağım ve ben de önüne geçip başkalarının sana sürtünmesini engelleyeceğim, tamam mı?

Rae Na daha cevap veremeden Jun Woo onu zorlukla yanaştığı camla kendi arasına almıştı. Sinirle kafasını kaldırdı ve Jun Woo’ya baktı.

-Manyak mısın nesin n’apıyorsun burada?!

Jun Woo gülümseyerek ona iyice sokuldu:

-Mutlu olmadın mı yoksa beni gördüğüne? Bak, bu herkese verdiğim bir hizmet değildir; bugünlük koruyucu meleğin olacağım Park Rae Na.

-Ne koruyucu meleği?? Delirdin mi? Hem biraz çekilsene, nefes alamıyorum!

Rae Na kıvranırken Jun Woo onu daha da sıkı tuttu ve biraz sırtını dikleştirerek aralarına 2 santim daha mesafe koymayı başardı.

-Şimdi nasıl?

-Hala boğucu. Ne diye sıkıştırdın ki beni buraya.

-Ne, yabancıların.. Yabancı adamların.. Seni.. Şey.. Seni taciz etmelerinden daha iyidir değil mi?

-Ne tacizi be manyak mısın paranoyağa bak.

Jun Woo, Rae Naya sus işareti yaparak 1 metre kadar ilerilerindeki kahverengi şapkalı adamı gösterdi.

-Şuradaki adamı görüyor musun, kahverengi şapka ve kırmızı kravatlı olanı.

Rae Na evet anlamında başını salladı.

-2 sokak geriden beri seni takip ediyordu. Ayrıca o 3.düğmeden itibaren iliklenmiş uzun ceketin de altında hiçbir şey olmadığına dair sana yemin edebilirim. Klasik sapık işte, pis tacizci.

-Sen, beni 2 sokak geriden beri takip mi ediyordun?

-Hayır seni evin önünden beri takip ediyorum.

-Neden?

-Ben.. Şey.. İşte.. Korumak için. Dedim ya bugünlük koruyucu meleğinim.

-Nedenini söylemedin ama. Yoksa.. Bana acıyor musun?

-Hayır! Ne alakası var!

-Ne bileyim, sana hiç huyum olmadığı halde kendimle ilgili bir sürü şey anlattım, annemi, öldürülüşünü. Bana acımış olman beni kızdırmıyor. İnsani içgüdüler işte, gayet normal..

-Sana acıdığım falan yok Rae Na! Ben sadece.. Sadece.. Tek başına olmandan hoşlanmıyorum, o kadar.

Bunları söylerken gözü hala Rae Na’ya yiyecek gibi bakan şapkalı adamdaydı. Rae Na’nın ona cevap vermesini beklemeden arkasındaki kadının da kıpırdanmarından rahatsız olduğu gerçeğini de hesaba katarak biraz daha ilerleyip onun iyice sıkışmasına sebep oldu. Ama rahatsız olmaması için bir kolu Rae Na’nın başının arkasında, diğeri tüm vücudunu sarmış bir biçimdeyken başını da şampuan kokan saçlarına gömdü. Dışarıdan görenler onları bir çift sanabilirdi, ama Jun Woo, Rae Na’nın tüm bu yaptıklarını sadece tacize uğramasını engellemek için yaptığını düşünmesini istiyordu. Tamam aslında sebep bu gibiydi ama Jun Woo en temel nedenin bir türlü kendine itiraf edemediği o şey olduğunu biliyordu. Jun Woo, Rae Na’dan hoşlanıyordu.. Kariyere sahip ünlü bir yıldızken, okulunun göz bebeğiyken, gelip kendisini küçük düşüren bu kızdan hoşlanıyordu. İçinde bunun dışında bir de korku vardı, o an Jun Woo, Rae Na’yı gerçekten sevmediğinden korktu. Ya onu gerçekten sevmiyorsa, ya sadece hayatına giren ilk farklı insan olduğu için ona ilgi duyuyorsa? Korktuğu şey bile, sırf bu yüzden Rae Na’yı incitmekti.

Bir anlığına tüm bu aptal düşünceleri kafasından uzaklaştırdı ve Rae Na’nın saçlarını koklayarak içinden bu otobüs yolcuğunun hiç bitmemesini diledi…


6 Ağustos 2013 Salı

6.Bölüm

Han Kang Min arkada sinirden kıpkırmızı olmuş Jun Woo'ya bakıp bir yandan arabayı sürerken gülmeye devam etti. Jun Woo heyecanla bağırmaya devam etti:

-Ya hyung!! Biraz daha hızlı olsana otobüse bindiler ya takip et takip!! Kang Min:

-Ya Jun Woo biraz daha beni stres yapmaya devam edersen çarpıcam ağzının ortasına bir rahat dur takip ediyoruz işte. Kang Jun:

-Ya amca!! Hadi pallee palle!! (hızlı hızlıı)

Kang Min bir saattir gülmelerine katılan yeğeinene baktı. Mae Jin'in de ciddileştiğini gördü. Ne oluyordu bu çocuklara ya?

-Mae Jin, sen kimi kesiyorsun bakayım? Mae Jin:

-Ne kesmesi ya yok kimseyi kestiğim falan yola bakıyorum ben. 

Kang Min:

-Hadi len ordan yeter be iki kız için hepinizin dibi düşmüş. Etmiyorum lan takip falan

Çocukların 3'ü bir ağızdan bağırmaya başladılar:
-YAAAA!!!!! 

***** 

(bu arada otobüste) 

Min Sup:

-Kızlaar..

Hye Na:

-Hıı? 

-Acıktım ben.

-Eve gidiyorsun zaten evde yersin. 

-Yaa.. Ama biz daha hiç beraber yemek yemedik.

-Ee?

-Hadi burada inelim. Bakın şurada tavuk dükkanı var.

Rae Na:

-Tavuk mu yiyeceğiz? 

Min Sup:

-Ne olmuş? Başka dükkan var mı ki? 

-E iyi de ben zaten akşam yemeğine gidiyorum. 

Min Hye da araya girdi:

-Ya olsun orada da yersin. Yiyemezsin  de Kore'nin yemeklerine daha alışamadım dersin. Hem bak buraya küçükken de hep gelirdik tavuğu çok lezzetlidir. 

Rae Na biraz gönülsüz de olsa kabul edince Hye Na stop tuşuna bastı. Otobüs durunca hemen arkalarındaki araba da durdu tabi. Kızların inip tavuk dükkanına doru yürüdüğünü gören Kang Jun sessizliğini hemen bozdu:

-OHAAA!! TAVUK YİCEKLEEER LAAAĞN!!!!

Mae Jin:

-Amaan tavuksa tavuk. Ne yapacağız bekleyelim mi çıkmalarını. 

Kang Jun:

-Ne beklemesi!! Biz de tavuk yemeliyiz bakın kokusu buraya kadar geliyor.

Mae Jin arkaya dönüp Kang Jun'un ensesine bir tane geçirdi. 

-Ne kokusu be rahat dur. Yakalanacak mıyız? 

Jun Woo:

-Bence de inelim. Hadi hadi... 

Kang Min: 

-Neyse ben de acıkmıştım zaten.

Jun Woo:

-Hyung, sen nereye?

-Yaa, bir de beni burada mı bırakmayı planlıyorsunuz? Vallahi seni başkana şikayet ederim, şanı şöhreti unuttu kız peşinde ortalıklarda dolanıyorum derim. 

Mae Jin: 

-Amca, cidden çok acıktın galiba? 

-Acıkmayı bırak o kızları sizin gibi 3 tane ergenin eline mi bırakacağım? Kim bilir ne yapacaksınız içeride.

Kang Jun:

-Yuh.. Ne yapacağız yemek yiyeceğiz tabiki. 

Kang Min:

-Banane. Ben de geliyorum. Yemek yemiş olurum hem. 

Jun Woo mecbur başını sallayıp kapıyı açtı. Kang Min torpido gözünden şapka ve gözlük çıkartıp Jun Woo'nun başına geçirdi.

-Bir de fanlarınla mı uğraşalım?

Jun Woo mecbur şapkayı başına iyice yerleştirip dışarı çıktı. Arkasında Kang Min, Mae Jin ve Kang Jun'la beraber tavuk dükkanına doğru ilerlemeye başladılar.


İçeri girdiklerinde iç tarafta otumuş olan Rae Na'yı gözleriyle buldu ve "azıcık kasıtlı" olarak yüksek sesle Mae Jin'le konuşmaya başladı:

-AAA, KIZLAR DA BURADAYMIŞ.

Rae Na başını kaldırdığında hızla yanlarına gelen Jun Woo'yu gördü. Jun Woo çabucak Rae Na'yı kaydırıp yanına yerleşti ve:

-Kang Jun, şuradaki masayı da çeksene sığalım.

Rae Na:

-Ya, sizin ne işiniz var burada?

Jun Woo:

-Şey, şey, biz, ıı

Kang Jun baktı bu iş olmayacak olaya müdahele etmeye kalkıştı:

-Şey biz acıktık da, hyung da buranın tavuğunu çok seviyormuş, buradan yiyelim dedik, şansa bak siz de burada çıktınız.

Hye Na:

-Hyung dediğiniz?

Kang Min en sonunda masa ve sandalyeyi yerleştirdikten sonra oturup:

-Ah, tanıtayım, ben Jun Woo'nun menajeri Han Kang Min. Aynı zamanda Mae Jin'in amcası oluyorum. 

Min Sup:

-Burayı seviyorsunuz demek. Ben de çok severim! Hangi çeşit tavuktan söyleyeceksiniz? Benim favorim sosla kızartılmış olanlar

Kang Min elbette daha önce bu dükkana gelmeyi bırak adını bile duymamıştı. Bozuntuya vermemek için masanın üzerine sabitlenmiş menüye bir göz gezdirdikten sonra:

-Şey, haşlanmış.. Iı.. haşlanmış sossuz bol tuzlu porsiyon söyleyeceğim.

-Bol tuzlu sossuz ne? Öyle bir çeşit mi varmış. E güzelse ben de deneyeyim o zaman.

Kang Min iyice kıpkırmızı olunca Jun Woo:

-Valla hyungun damak tadı berbattır, onun sevdiğinden alma sen. Her zamanki söylediğinden al bence, riske atmaya gerek yok.

Min Sup:

-İyi...

Rae Na'nın telefonu gürültülü bir biçimde çalmaya başlayınca zaten bir şey çaktıracaklar korkusundan sırılsıklam olmuş olan Jun Woo yerinden fırladı. Rae Na:

-Telefonum çalıyor sakin ol noluyoruz?

-Şey, tabi, telefon.. Ama nne diye bu kadar gürültülü ki bu zil sesin düzgün bir şey yapsana!

-Sana mı soracağım be zil sesim ne olsun diye?

Rae Na cevap beklemeden kalkıp telefonuna baktı. Amcası Tae Jung arıyordu.

-Efendim amca?

-Rae Na, Kang Jun2un nerede olduğunu biliyor musun telefonu kapalı ulaşamıyorum.

-A, yanımda ya. Dur vereyim.

-Ha vermene gerek yok, şey diyecektim, Kang Jun da seninle gelsin akşam yemeğine.

-Amca, sen de mi akşam yemeğinde olacaksın?

-Hıhı, hem sen de kaybolmazsın Kang Jun'la gelin.

-Hıı, tamam. O zaman görüşürüz akşama.

-Görüşürüz, geç kalmayın ama.

-Tamam, kapatıyorum.

Rae Na masadaki yerine geri döndü.

-Kang Jun baban aradı.

-Allah Allah, beni niye aramamış ki.

-Telefonun kapalıymış.

-Şarjı bitti heralde. Ne olmuş niye arıyormuş?

-Akşam sen de benimle geliyorsun.

-Nereye?

-Aa anlatmadım değil mi, babamın eski bir arkadaşı bizi akşam yemeğine davet etmiş.,oraya gidecektim, meğer siz de davetliymişsiniz. Beraber gideceğiz.

-Ha tamam. Nerede?

Rae Na telefonunu masanın üzerinden alıp babasının gönderdiği mesajı açtı ve Kang Jun'a uzattı. Kang Jun adresin bir kısmını yüksek sesle okuyup yaptığının çok saçma bir şey olduğunu farketti ve sesini alçalttı.

-Icheo sokağı, Ye-Ya Rae Na, burası uzakmış be..

Kang Min:

-Icheo? Bu akşam biz de oraya gideceğiz değil mi Jun Woo? Sizi de gideceğiniz yerin yakınlarına kadar bırakırız. Ver bir adrese bakayım.

Kang Min adresi bir kaç defa baştan baştan okuduktan sonra telefonu Jun Woo'ya uzattı:

-Ya Jun Woo, biz de buraya gitmiyor muyuz yoksa ben mi adresi yanlış hatırlıyorum?

Jun Woo adresi okuduktan sonra:

-Ya, sizin burada ne işiniz var? Ne diye gidiyorsunuz?

-Dedim ya babamın eski bir arkadaşı-

-Babanın eski arkadaşı kim?

-Ya ne bileyim söylemedi adını gidelim orada tanıştırıcam dedi o kadar.

-Neyin peşinde bu adam ya.. İyi hadi kalkın gidelim.

-Şimdi mi? Niye?

-Çünkü babamın ne söyleceğini çok merak ediyorum.

Rae Na şaşkınlıkla:

-Ba-baban?

-Hıı, benim ailemin evi bu adres. Hani Jun Se de yarın akşam eve gel demişti ya..

-Jun Se? ağabeyin?

-Hıı, ağabey tabi.. Hadi gidelim.

Kimse Jun Woo'nun neden böyle davrandığını anlayamamıştı ama mecbur onu takip edeceklerdi. Tam kalkarlarken Rae Na:

-Hye Na, siz yemeğinize devam edin ya rahatsız olmayın. Yarın okulda görüşürüz tamam?

-Peki hadi görüşürüz.

Jun Woo en önden gidip arka koltuğa yerleşti. Kang Jun da arkaya geçerken Rae Na öne yöneldi. Jun Woo:

-Yaa, ne diye öne oturuyorsun, burada yer var. Kang Jun'u camın kenarına iteleyerek kendisi kapı tarafına geçti ve kapıyı açtı:

-Gelsene be.

Hatta cevap beklemeden Rae Na'yı çekip yanına oturttu.

Han Kang Min arabayı çalıştırırken kendi kendine söylendi: "Bu Jun Woo'nun derdi ne ya.."

****

Eve varıp arabadan indiklerinde Jun Woo en öne geçti ve gidip zili çaldı. Kapı açılınca hızla içeri girdi ve alışıldık bir hareketle ayakkabılarını terliklerle değiştirip salona geçti. Salonda babasının yanında tanımadığı iki adam ve "hyung"u Jun Se vardı. Formaliteden de olsa eğilerek onları selamladı. Babası:

-Aa gelmişsin, ne zamandır göremedik seni buralarda, dedi ve ayağa kalkıp Jun Woo'ya sarılacakmış gibi ileri doğru geldi. Jun Woo belli etmeden geriye doğru çekildi ve:

-Evet baba uğrayamadım, şey, annem?

-İçerde...

Tae Sang oğlunun ona sarılmamasına biraz içerlemişti ama belli etmeden koltuğuna dönecekken Jun Woo'nun arkasından eve giren Rae Na ve Kang Jun'u farketti.

-Yoksa.. Kang Jun ve.. Rae Na?

-E-evet.

-Kocaman olmuşsunuz! Sizi görmeyeli ne kadar oldu? Ahi kaç yaşındaydınız, 2?

Rae Na merakla Kang Jun'un arkasından salona girince koltuklara yerleşmiş amcasıyla babasını gördü. Eğilip selamladı.

Tae Jung:

-Yaa hyung, yeğenlerimin bu kadar büyüdüğüne inanamıyorum!

Jun Woo:

-Y-y-yeğen?

-Durun, geçin bakaklım bir şöyle, Jun Se, sen de gel, dedi Tae Jung ve çocuklar karşılarındaki koltuğa yerleşirken Tae Jung da gidip "ağabeyler"inin arasına yerleşti.

Tae Kang:

-Rae Na, demiştim ya hani eski bir arkadaşım diye..

Tae Sang:

-Şey, Tae Jung bizim kuzenimiz oluyor. Yirmilerimize kadar beraber büyüdük hatta. Kardeşimiz sayılır.

Kang Jun şaşkınlıkla babasına baktı.

-17 yıldır tanımadığım bir-amcam mı var? Her şeyi geçtim, Jun Woo kuzenim mi oluyor şimdi benim, buna fena gülerim işte!

Kang Jun bir yandan gülerken diğer yandan da yanındaki Jun Woo'nun saçlarını karıştırdı:

-Ya, naber küçük kuzen? Oyy yanakların da ne güzelmiş hyungun bir defa makas alsın mı?

-Ne küçüğü be!

-Ben senden ay büyüğüm ya, Kang Jun bir eli Jun Woo'nun kafasındayken diğer elini de Rae Na'nın omuzuna attı:

-Sen de benim küçüğüm oluyorsun, e madem ailemiz kalabalıklaştı, aile bağlarımızı kuvvetlendirelim, bundan sonra bana oppa diyeceksin anlaştık mı? A bir de, bu eteğim niye bu kadar kısa bakayım senin?

Rae Na sinirle Kang Jun'a döndü, önce Kang Jun'u bakışlarıyla bir güzel ezdi. Hemen sonra, Jun Woo ve Rae Na aynı anda Kang Jun'un kafasına bir güzel geçirdiler.

Kang Jun:

-Aah, acıdı ama, şaka yapıyordum be şaka! Soğuk nevaleler sizi, aman, demezseniz demeyin, hıh.

Kang Jun küskün bir şekilde ellerini birbirine kavuşturup arkasına yaslandı ve somurttu. Tae Jung gülerek:

-Demek zaten yakındınız, harika oldu bu!!

O böyle mutlu bir şekilde çığırınca Rae Na'yla Jun Woo yine aynı anda öldürücü bakışlarını Tae Jung'a yönettiler.

Tae Kang ortamı sakinleştirmek istercesine:

-A, bir de, şey, Rae Na, ev işini hallettik gibi.

Rae Na siniri azıcık bile inmemiş bir şekilde babasına döndü. Bu ne ya, bir de Jun Woo'yla aile mi olacaktı, ne ailesi be?!

Rae Na:

-Hı, ne? Hallettin mi?

Tae Jung:

-Buraya taşınıyorsunuz?

-NE!

Tae Jung biraz mahcup bir şekilde:

-şey, sizi de bu yüzden buraya çağırdım zaten biraz, Jun Se, Jun Woo, artık eve dönmenizi istiyorum.

Bu defa şaşırma sırası Jun Woo'yla Jun Se'deydi. Bir ağızdan:

-N-nereye? Ne dönmesi?

Tae Jung:

-Şirket başkanlarınızla görüştüm, solo sanatçılar olduğunuz için tek yaşıyorsunuz, ailenizin yanında yaşamanızın sorun olmayacağını söylediler.

Jun Woo:

-Başkan böyle dedi diye onun dediğini mi yapacağım illa? Hayır, istemiyorum, dönmüyorum ben, söyleyecekleriniz bittiyse kalkıyorum artık.

O tam ayaklanacakken Jun Se kolundan tutup geri oturttu:

-Bekle.

Jun Woo sinirle Jun Se'ye döndü:

-Ne?

-Biraz kalsak, biraz, bir iki ay, sonra istersen döneriz.

-Ne? Kal sen, beni yokum.

Jun Woo kalkıp kapıya doğru giderken Jun Se de peşinden kalktı ve kolundan tutup salonun dışına götürdü,

-Ya, birazcık kalsan?

-Senin haberin var mıydı?

-Ne?

-Bu babamın bizi geri eve döndürmesi falan, haberin var mıydı?

-Şşey, annem, annem söylemişti..

-İyi sen kal o zaman.

-Jun Woo, annemin hatırı için bak, en azından bir iki ay kalamaz mısın? Bir ay bile mi olmaz?

Jun Woo omuz silkince, Jun Se:

-Tamam hadi annemi boşver, Rae Na.

-Ne olmuş ona?

-Jun Woo, kes şunu. Okulda Rae Na'ya nasıl yapıştığını gördüm, ona nasıl baktığının da farkındayım. Onun için kal burada.

-Rae Na da burada kalmamdan hoşlanmaz.

-Sen ne zaman başkalarını düşünmeye başladın  ki? Aksine Rae Na'nın istemediği bir şeyi yapmak hoşuna gider diye düşünmüştüm...

Jun Woo biraz duraksadı. Onun eviydi sonuçta, Rae Na istese de istemese de orada kalabilirdi.

Ama ilginç olan şuydu ki, Jun Woo'nun aklı karman çormandı. Rae Na'yı sürekli yanında mı görmek istiyordu? Yoksa dibinden ayrılmayarak onu sinir etmek mi?

Tamam tamam..

-Peki, iyi, ama sadece bir ay, tamam mı?

Jun Se kocaman bir gülümsemeyle:

-Tamam!!

---BÖLÜM SONU---

5 Ağustos 2013 Pazartesi

5.Bölüm

Tae Jun gözlerine inanamıyordu! Şaşkınlığın üzerinden atıp:

-Rae Na sshi??

Rae Na da aynı şaşkın tonda cevap verdi:

-Kang-Tae-Jun?
-Vay canına! Ne kadar oldu görüşmeyeli, 2 yıl? 3?
-Bi-bilmem. Yani, senin bu okulda olduğunu bilmiyordum aslında-
-Bir saniye, cidden, Kore'de ne işin var?
-Yeni taşındım.

Jun Woo'nun kıskançlık damarları alttan alttan kabarırken Min Hye ondan daha önce davrandı:

-Tanışıyor musunuz siz??

Kang Jun Se çekim ekibine döndü:

-Bence şimdilik bu kadar yeter. Artık toparlanıp çıkalım.

Yönetmen itiraz edecek gibi olsa da mecburen Jun Se'nin dediklerini uygulamak zorunda kaldı. Çekim ekibi yemekhaneden çıkarken Kang Jun Se kardeşiyle vedalaşmak bahanesiyle bir iki dakikaya geleceğini söyledi ve masaya geri döndü. Jun Woo:

-Ya, kameralar gitti işte, sen de gitsene.
-Gideceğim zaten, bir vedalaşayım demiştim sadece.

Eliyle masada oturanlara selam verip tekrar Jun Woo'ya döndü:

-Annem yarın akşam yemeğine eve gitmemizi istedi.
-Banane.
-Ya, annem istedi işte. Akşam yemeği alt tarafı. Yer gidersin.
-Neden durup dururken yemeğe çağırdı ki?
-Babam bir şeyler söyleyecekmiş.
-Baban söyleyince bana da iletirsin o zaman. Gelmiyorum ben.
-Babama ne zaman "baba" diyeceksin çok merak ediyorum. Onu bırak bari annemin hatırı için gel.
-Evet, dimi, benim annem sonuçta, onun hatırı için.
-Hıı, senin annen. Onun hatırı için.
-İyi, bakarız.

Jun Se gülümseyerek kardeşinin omzunu sıvazladı ve geriye dönüp yemekhaneden çıktı. O giderken yemekhaneyi doldurmuş fangörller topluluğu elbette çığlık çığlığaydı.

Jun Woo geri dönüp masaya oturdu.

-Yemeği rahat rahat yesek mi artık?

Min Hye:

-Benim iştahım kaçtı, sınıfta görüşürüz, dedi. Kalkıp hızlı hızlı uzaklaşırken Tae Jun da peşinden fırladı.

Rae Na:

-Min Hye'ın suratı neden asıldı? Yoksa Tae Jun'un anti fanı falan mı? Min Sup:
-Ne anti fanı, Tae Jun bizim çocukluk arkadaşımız. Aynı sitede büyüdük. Kang Jun:
-Geçen yıl Tae Jun Japonca albümü için Japonya'ya gidince araları bozuldu sanırım. Tae Jun hiç konuşmuyoruz diyordu. Hye Na:
-Acayip yakınlardı, her gören sevgili sanıyordu onları. Tae Jun gitmeden önce hiç haber bile vermeden gidince Min Hye da çok sinirlendi. Kang Jun:
-Hayır yani neden sevgili sanılıyorlardı ki? Sadece arkadaşlar, arkadaş. Min Sup:
-Ya! Ne arkadaşı. Tae Jun benimle arkadaş. Min Hye'dan hoşlandığına eminim! Kang Jun:
-Canım Tae Jun erkek, kanı kaynıyordur onun. Min Sup:
-Min Hye'ın ona karşı boş olduğunu nereden çıkardın? Jun Woo:
-Kang Jun.
-Efendim?
-Sanane.
-Ne?
-Min Hye'la Tae Jun'dan diyorum, sanane?
-Yok, yani, ben, ne bileyim, merak- Jun Woo ayağa kalkıp Kang Jun'un kafasını koltuk altına alıp saçlarını karıştırmaya başladı:
-Bence kıskanıyorsun sen kıskanıyorsun. Aigoo bizim Kang Jun'umuz büyümüş de kıskanmayı öğrenmiş!

Rae Na karşısındaki absürd görüntüye dayanamayarak bir kahkaha attı. Onu Hye Na ve Min Sup takip etti, kıpkırmızı olmuş Kang Jun da bozuntuya vermeden gülmeye başladı. Mae Jin ve Jun Woo zaten çoktan kopup gitmişti. Rae Na'nın daha ikinci günden arkadaş grubu mu vardı yani? "Muhteşem bir şeymiş" diye düşündü Rae Na.

***

Min Hye hızlı hızlı yürürken Tae Jun fanlarına görünmemeye çalışarak onu takip ediyordu. En sonunda yemek molası sağolsun bomboş kalan sınıfa girdiklerinde Min Hye sinirle:

-Ya! Kendi sınıfına gitsene sen! Jun Woo'nun sınıfına nakil oldun sanıyordum. Tae Jun:
-O nereden çıktı? Tabiki senin olduğun sınıfta kalıyorum.

Min Hye cevap vermedi. Sandalyesine iyice yerleşip kafasını sırasına gömdü. Tae Jun:

-Şey.. Konuşmayacak mıyız?

Min Hye cevap vermeyince Tae Jun sırasının yanına gidip dizlerinin üzerine oturdu. Ellerini yumruk yapıp havaya kaldırdı.

-Bak, kendimi cezalandırıyorum işte, özür dilerim Min Hye, gerçekten çok özür dilerim. Biliyorum sana haber vermem lazımdı gitmeden önce.

Min Hye yine cevap vermedi.

Tae Jun ellerini indirdi ama dizlerinin üzerinden kalkmadı. Bunun yerine biraz daha öne eğilip sıraya tutundu ve Min Hye'ı ilk Shrek filminden beri çok güldüren çizmeli kedi duruşuna geçti.

-Ya, Min Hye... Biliyorum, hatalıydım, çok çok çok çok çok özür dileriiim.

Min Hye kafasını kaldırıp Tae Jun'a baktı. Ama yine de ağzını açmadı. Tae Jun:

-Bak biliyorum kızgınsın, kızmakta haklısın da, söz bir daha böyle bir şey yapmayacağım, gerçekten bak, Japonya'dayken hep seni düşündüm biliyor musun? Hatta fan meeting'de bir kızı sana benzettiğim için peşinden bile koştum.

Min Hye:

-Madem hep düşündün, ne diye bir defa bile aramadın?

Tae Jun:

-Ben.. şey.. Bana kızgınsındır diye düşündüm..
-Madem sana kızacağımı biliyorsun, niye gitmeden önce haber vermedin? Hem haber vermediysen bile en azından oradayken bir defa da olsa aramalıydın.
-Biliyorum! Ama ne bileyim.. Yüz yüze görüşelim istedim sanırım.. Bak aslında program bir yıl daha uzatılacaktı ama ben seninle görüşebilmek için çabuk bitirdim

Min Hye sinirle ayağa fırlayıp bağırmaya başladı:

-E NE DİYEYİM ALLAH RAZI OLSUN O ZAMAN!! NE DEMEK BU YA! İKİ YIL OLACAKMIŞ DA ÇABUCAK GELMİŞMİŞ. YA BİR YILDIR AKLIN NEREDEYDİ SENİN KOSKOCA BİR YIL!! BANANE YA BİR YIL DAHA KALSAYDIN ŞİMDİ BİR DE KARİYERİNİ ENGELLEYEN KIZ MI OLACAĞIM YANİ?!

Tae Jun kalkıp önünde eğildi ve:

-Min Hye, ne desen haklısın biliyorum, gerçekten, ama gerçekten çok üzgünüm özür dilerim.

Tae Jun doğrulup Min Hye'a doğru ilerledi. Min Hye:

-YAKLAŞMASANA! SİNİRLİYİM ZATEN SANDALYEMİ FALAN KAFANA GEÇİRİRİM GÖRÜRSÜN!
-Ya Min Hye, sen bu kadar sinirli değildi ne oldu birden bire?
-Bak hala birdenbire diyor ya... Ne birdenbiresi 1 YIL 1!!

Tae Jun'un fanları çoktan kapıya toplanmış heyecanla kavgayı izlemeye başlamıştı. Hepsi aynı şeyi düşünüyordu: "Nasıl olmuştu da Min Hye'ı daha önce farketmemişlerdi? Programlarda, televizyonda, konserlerde, fan meetinglerde, Tae Jun'un çocukluk arkadaşım diyerek övüp durduğu kız bu muydu yani? Burada, burunlarının dibinde miydi?"

Tae Jun Min Hye'a sarılmak için bir hamle yaptı. Min Hye tabiki izin vermedi, biraz zorlanarak da olsa Tae Jun'u ittirdi. Fanlardan biri "Oppayı ittirdi oppamı ittirdi oo oppaa!! Öldürelim şu kızı!!!!" diye gerizekalı bir şekilde çığlık atınca Tae Jun nihayet koridorda birikmiş fanları farkedebildi. Gülümseyerek onlara döndü:

-Yok canım, ne öldürmesi ya ittirme falan da yok ortada, biz şey, şakalaşıyorduk biz

Min Hye'a dönüp yalvarırcasına baktı. Min Hye:

-Tabi yok, şakalaşıyorduk alt tarafı, Tae Jun:
-Tabi, en yakın arkadaşım sonuçta değil mi? ARKADAŞ, A-R-K-A-D-A-Ş.

Fanlar tatmin olmuşa benzemese de ders zilinin çalması üzerine tıpış tıpış koridoru boşaltmak zorunda kaldılar. Tae Jun:

-Biliyorsun hep böyle peşimize takılmıyorlardı, yeni geldim ya ondandır.

Min Hye:

-Konuşma benimle.
-Barıştık sanıyordum.

Min Hye cevap vermeden geçip yerine oturdu ve ders kitaplarını çıkardı. Tae Jun da şimdilik daha fazla üstelememeye karar vererek geçip en arkadaki sıralardan birine yerleşti. 1 yıldır özel öğretmenler tarafından evde eğitim görmüştü. Okulu gerçekten çok özlediğini farketti..

****

Rae Na, Hye Na ve Min Sup'un koluna girmiş, sınıfa doğru yürürlerken gülerek eski yaşamından bahsediyordu, aslında Amerika'daki yaşantısına bakınca burası da git gide daha eğlenceli bir yer haline geliyordu.

Hemen arkalarından onları takip eden Jun Woo, Mae Jin ve Kang Jun'sa "ellerinde olmadan" kulak misafiri oluyorlardı Rae Na'nın anlattıklarına. Jun Woo:

-Rae Na Amerika'da mı doğdu? diye sordu Kang Jun'a.

Kang Jun:

-Evet, daha önce bir kere bile Kore'ye gelmedi. Aslında hiç gelmezlerdi de, annesinin ölümünden sonra bayağı dışlanmış arkadaşları tarafından, amcam öyle anlatıyordu en azından.
-Annesinin.. Annesinin ölümü mü?
-Evet, 5-6 yıl önce. Nasıl öldüğünü bilmiyorum, kaza deyip duruyorlar ama bence öyle değil. Rae Na'nın Amerika'yı bu kadar severek anlattığına bakma, orada da rahat değildi aslında. Bence Kore'yi sevmemesinin tek nedeni burada da yalnız kalmaktan korkması sanırım.
-Arkadaşları ne diye dışlamış ki?
-Ya aslında annesi ölene kadar annesinin ailesinin de yardımlarıyla oradaki özel bir okula gidiyordu, annesi öldükten sonra amcam-ki neden hiç bilmiyorum- Rae Na'yı da alıp başka bir eyalete kaçmış, orada yeni bir okula yerleştirmiş. Ama ne bileyim eskisi gibi kimseyle arkadaş olamamış işte. Babam da bir kaç yıldır ısrar edip duruyordu buraya taşınmaları için, burada biz de yanlarında oluruz diye. En sonunda ne olduysa amcam kabul etti. Gerçi bence bu kadar çabuk gelmeleri çok şüphe uyandırıyor. Neden orada hiç toparlanmadan, sadece 2-3 bavulu alıp geldiler ki? Neyse neyse. Rae Na duymasın şimdi.

Jun Woo başını sallayıp önüne baktı. Ne kadar ilginç bir yaşamı vardı bu kızın...

***

Rae Na ucuz moteldeki odalarına girip içeriye bir göz gezdirdi. Babası gelmiş miydi acaba? Çantasını çıkarıp yatağım yanına koyarken babası banyodan çıktı:

-A, geldin mi? Nasıldı bugün okul?

Rae Na gülümseyerek cevap verdi:

-İyii
-Rae Na, yarın çıkışta beni bekle tamam mı, seni ben alacağım.
-Ne?
-Akşam yemeğine davetliyiz.
-Kime?
-Eski bir arkadaşıma.
-Kim?
-Seni çok tanıştırmak istediğim birisi. Gidince görürsün kim olduğunu.
-Yaa, niye şimdi söylemiyorsun?
-Sanki adını söylesem tanıyacak mısın? Gidince görürsün işte.
-Tamam ya.. Yiyecek ne söylesek bugün? Kurt gibi acıktım!

Tae Kang gülümsedi ve çekmecenin üzerindeki kartvizitleri karıştırdı. Pizza mı söyleselerdi ki acaba?

***

-Rae Na, ya biliyorum söz vermiştim de, biraz gecikeceğim ben, sana adresi mesaj atsam, kendin gidebilir misin? 2 otobüs zaten, sonra da azıcık yürümen lazım. Bekleme şimdi beni okulda.
-Baba... Neyse ya tamam gönder sen adresi ben bulurum.

Rae Na'nın somurttuğunu gören Hye Na yanına geldi:

-Ne oldu?
-Sorma. Bugün sözde babamın bir arkadaşına yemeğe gidecektik, babamın gelip beni alması gerekiyordu. Ama işi çıkmış kendin git orada buluşalım diyor. Ya ben nereden bileyim sokakları nasıl gideyim Allah Allah..
-Adrese bir bakayım.

Rae Na babasından gelen mesajı açıp telefonu Hye Na'ya uzattı.

-Benim istikametimde. Otobüse beraber bineriz, inince gideceğin yolu da tarif ederim. Kolay zaten. Ne diye hemen somurtuyorsun ya.
-Yok canım ne somurtması. E gidelim o zaman? Min Hye'la Min Sup nerede kaldı ya..

Hye Na ve Rae Na çoktan çıkmış, bahçenin kapısında ikizleri bekliyorlardı. En sonunda okuldan çıkmış sinirle kendilerine doğru gelen Min Hye'ı gördüler, neden sinirlendiğini anlamak için arkadan gelen Tae Jun ve Min Sup'u görmeleri yetti bile. Hye Na:

-A sahi, sen Tae Jun'la nereden tanışıyorsun?
-Şey, Amerika'dayken Tae Jun'un bir konserine gitmiştim, arkadaşım büyük fanıydı. Konserden önce acayip biçimde çişim geldi, ben de korumalara çaktırmadan sahnenin arkasına geçip tuvaletleri aramaya başladım
-Konser salonunda tuvalet yok muydu ki?
-Kızım biraz mantık, kulise yakın olan tuvaleti ünlüler kullandığı için en temiz olan tuvalet de orasıdır. Neyse işte, tuvaletten çıktım dönerken beni gördü, gözleri farkedince Asyalı mısınız falan dedi. Öyle tanıştık işte. Sonra o dönmeden önce bir iki gün daha görüştük ona Amerika'yı gezdirdim falan. Gerçi Astrid fanı olmasaydı kim olduğunu bile bilmezdim.
-Vaay, çok havalısın be Rae Na.

Rae Na gülümseyerek Min Sup'la Tae Jun'a el salladı. İkisi yanlarına varınca beraber sinirli sinirli önden giden Min Hye'ı takip ederek yürümeye başladılar.

Arkadaki siyah arabada ön koltukta Han Kang Min ve Mae Jin, arkada Jun Woo ve Kang Jun oturmuş Jun Woo'nun nazını bekliyorlardı.

Jun Woo heyecanla:

-AH! ÇIKTILAR ÇIKTILAR! Hyung, bak orada, görüyor musun, 4 kız bir erkek. Onların peşinden gidelim. Mae Jin şaşkınlıkla arkasını döndü:
-Rae Na'yı mı.. Takip etmek istiyorsun? Kang Min:
-Rae Na kim?
-Şu ortadaki, Tae Jun'un dibinde. Ya Jun Woo, noluyoruz?

Jun Woo onları hiç duymamış gibi yumruklarını sıkarak:

-Ya bu çocuk neden hep Rae Na'nın dibinde? Hem nereden tanıyor ki onu? Cidden şimdi gidip dalacağım ama! Acaba Rae Na'nın evi çok mu uzak? Hiii bir de tutup eve bırakmaya kalkmasın?! Kan çıkar valla kan!

Mae Jin ve Kang Min arkalarını dönmüş şaşkın şakın bakarlarken Jun Woo'nun yanında oturan Kang Jun da gözlerini kısmış söyleniyordu:

-Min Hye'ı neden hala sinirlendiriyo acaba? Hayır kardeşim olmuyorsa zorlamayacaksın.

Kang Min yeğenine baktı:

-Ya Mae Jin, bunların derdi ne?

Mae Jin omuzlarını silkti.

-Ne bileyim.

Tae Jun hemen ileride kızlardan ayrılıp arabasına yönelince Jun Woo tekrar heyecanla:

-Ya hyuuung, takip etsene, palli pallee..

Han Kang Min:

-Sırf  merak ettiğimden yapıyorum bunu bak..

Siyah minibüs hareketlendi ve kızların peşine takıldı.

--BÖLÜM SONU--


3 Ağustos 2013 Cumartesi

4. Bölüm

Rae Na az önce çarptığı adamın yüzünde tanıdık bir şeyler görmüş gibiydi ama ne olduğunu kestiremedi. Çabucak yemekhanede oturdukları masaya döndü. Jun Woo'nun karşısında oturan Kang Jun'un ve Min Hye'ın arasına oturmaya karar verdi. Jun Woo'nun yanından geçerken Jun Woo Rae Na'nın bileğini tuttu. Jun Woo:

-Burada oturuyordun, ne diye şimdi karşıya geçip onları sıkıştırıyorsun?

Masadakiler neden Jun Woo'nun birdenbire böyle davranmaya başladığını anlamamışlardı. Rae Na cevap veremeden Jun Woo yana kaydı, Rae Na'yı bileğinden çekip yanına oturttu. Rae Na kendi kendine mırıldandı "Noluyoruz ya.." Jun Woo:

-Bir şey mi dedin?
-Yemek servisi diyordum, ne zaman başlayacak? Min Sup:
-Dağıtıyorlar ya galiba, gidip alsak mı? Mae Jin direk atladı:
-Hadi beraber gidip alalım! Kang Jun:
-Tamam ya sakin ol, dedi gülerek.

Mae Jin ve Min Sup kalkıp yemekleri almaya giderken, yemekhanenin kapısındaki hareketlenmeyi farkettiler. Mae Jin bunun sebebini tabiki anlamıştı, Kang Jun Se gerçekten geliyor olmalıydı,

-Min Sup-ssi, aslında kalabalığın biraz dağılmasını mı beklesek, az sonra alırız.
-Şey, farketmez, dedi Min Sup ve tekrar eski yerlerine oturdular.

Mae Jin dibine yerleştiği Kang Jun'un kulağına eğildi:

-Yaa, Jun Se hyung geldi, ne yapacağız? Kang Jun:
-Nereden biliyorsun y- diyecekken Kang Jun Se'nin elinde mikrofon, peşinde çekim ekibi yanlarına doğru geldiğini o da farketti.

Jun Woo arkadaşlarının baktığı şeyi merak edip arkasını dönünce çok sevgili ağabeyini gördü. Kang Jun Se her zamanki gibi gülümsüyordu, yavaşça yanına geldi, Jun Woo'nun sinirle yumruğunu sıktığını farketse de hiç belli etmeden sunumuna devam etti:

-Jun Woo! Görmeyeli nasılsın?

Jun Woo arkadaki kayıt ışığı yanan kameraları farkettiğinden Jun Se'ye uymak zorunda kaldı, kalkıp "ağabey"ine karşılık verdi.


-Hyung! Ne işin var burada! Yoksa... , eliyle kameraları işaret etti, Paradise High mı??

Jun Se'nin gülümsemesi daha da genişledi.

-İnsanın kardeşi zekasını ağabeyinden alınca da bir başka oluyor be! Evet, Paradise High'dayız, hep alışkın olduğun şeyi yap ve kameralara el salla! Jun Woo gülümsedi:
-Ya hyung, geleceğini bilseydim ben de hazırlanırdım, neden önceden arayıp haber vermedin??
-Kardeşime sürpriz yapayım demiştim, kötü mü oldu?

Rae Na şaşkınlıkla ayakta kameraya el sallayan iki gence baktı. Min Hye alttan bacağını dürtünce ona döndü, Min Hye hafifçe öne doğru eğilip Rae Na'nın duyacağı biçimde fısıldadı:

-Kang Jun Se'yi de tanımıyordun değil mi sen? Rae Na başını hayır anlamında salladı. Min Hye devam etti:
-Paradise High'ın ne olduğunu da bilmiyorsundur tabi.. Rae Na yine başını salladı.. Min Hye:
-Paradise High bir reality show. Liseye giden idolleri konu alıyor. Genellikle daha büyük idoller sunar programı, ve sunucular her hafta değişir. Aman tanrım! Eğer bugün bizim okula geleceklerini bilseydim saçımı daha düzgün yapardım!

Kang Jun gülümseyerek Min Hye'a baktı:

-Niye bu kadar stres yaptın ki? Bence saçının şu anki hali de güzel. Min Hye heyecanla:
-Gerçekten miii??? Kang Jun gülümsemesini daha da fazla genişleterek:
-Geerçekteeeen.

Min Hye gülümseyerek sandalyesine iyice yaslandı, ve Rae Na'ya da aynı şeyi yapmasını işaret etti. Rae Na sandalyesine yaslanırken Jun Se ve Jun Woo selamlayıp kendilerini tanıtma kısmını geçmiş, Jun Woo ve "arkadaşları"nın oturduğu masaya yönelmişlerdi.

Jun Se:

-Jun Woo, bizi arkadaşlarınla tanıştırmayacak mısın? Jun Woo;
-Tabiki, Kang Jun ve Mae Jin'i hatırlıyorsun değil mi hyung? Jun Se ise az önce Jun Woo'nun kalktığı taraftaki Rae Na'yı farketmişti. Jun Se:
-Önce bayanlarla başlamak daha doğru olmaz mı Jun Woo? Jun Woo kızararak:
-Tabi şey.. Bu Rae Na, Park Rae Na. Yanındaki Song Hye Na, ve bunlar da yan sınıftan Jung Min Hye'la Jung Min Sup. Arkadaşlar, (özellikle arkadaşlar kelimesini vurgulamıştı) bu da benim ağabeyim Kang Jun Se (evet, ağabeyim kelimesi de aynı şekilde vurgulanmıştı) Jun Se:
-Sevgili kardeşimin arkadaşlarıyla da tanıştım sonunda. (Kameralara döndü) Şimdi de annemin isteklerini mi yerine getirsem? Kendisi Jun Woo için fazla endişeleniyor, arkadaşları hakkında iyice bilgi toplamamı istemişti benden. (Bu defa da Jun Woo'ya dönerek) Ne dersin, bir defa da arkadaşların kendilerini tanıtırlar mı bize? Jun Woo:
-Şey.. Bilmem ki..

Kang Jun öne atıldı:
-Tabiki tanıtırız, ama önce yemek yesek?

Jun Se tekrar gülümsedi:
-Ah tabi, ben size engel oluyorum değil mi şu an? Min Hye:
-Yok yok, ne engeli??
-O zaman, bir defalığına sizinle yesem sorun olur mu? Jun Woo:
-Yok canım ne sorunu, hyungnim gibi bir idol bizimle yemek yiyecek!

Yan masadan bir sandalye çekip oturması için Jun Se'ye uzatacakken Jun Se hızla geçip Rae Na'nın yanına oturdu, Jun Woo da mecbur sandalyeyi çoktan yerleştirdiği masanın başına geçti. Jun Se onunla beraber gelen çekim ekibi masaya yemeklerini getirirken mikrofonu heyecanla Rae Na'ya uzattı.

-Tamam, sizinle başlayalım, Rae Na-ssi, değil mi?

Rae Na gözlerini kısıp etrafına bir baktı. Nasıl manyak bir ortama düşmüştü böyle? Ne işi vardı ya böyle bir yerde? Reality showun okul saatleri işinde öğrencilerle ne işi vardı? KORE NEDEN BÖYLE BİR YERDİ? Tamam, yine de olay falan çıkarmayacaktı. Ses tonunu düzgünce ayarlamaya çalışarak:

-Evet, ben Park Rae Na. Jun Se:
-Aslına bakarsanız, ne zaman okula uğrasam Jun Woo'yu yalnızca Kang Jun ve Mae Jin'le beraber görüyordum. Bugün yanında bu kadar güzel bayanlar görünce şaşırdığımı belirtmeliyim doğrusu. Rae Na:
-Okula neden uğruyorsunuz ki? Siz de mi öğrencisiniz burada? Jun Se şaşkınlıkla:
-Şey, yok, Rae Na-sshi, siz, beni tanımıyor musunuz?

Rae Na yavaş yavaş sinirleniyordu. Ne diye sürekli "beni tanımıyor musun?" sorusuyla karşılaşıyordu ki? Hayır yani, tanımak zorunda mıydı? Ne sanıyorlardı ki kendilerini? Yine de tamam, sakin ol Rae Na, sakin ol.

-Aslında, şey, yurtdışından geldiğim için Kore'ye ve ünlülerine pek aşina değilim.

Bu arada Jun Woo olmayan bıyıklarının altından gülüyordu. Eğer Jun Se bu tarz sorular sormaya devam ederse, Rae Na aynı kendisine yaptığı gibi kısa sürede dayanamayıp patlardı. Jun Woo o anı görmek için ca atıyordu.

Jun Se ise kızın aksanındaki garipliğin sebebini öğrenmişti işte, yabancıydı demek.. Konuşmaya devam etti:

-Ah demek öyle, nereden geldin peki?

Rae Na Jun Se'nin bir anda sizli bizliden daha samimi bir konuşma tarzına geçiş yaptığını farketse de sesini çıkarmadı. Soruya karşılık verdi.

-Amerika.
-Amerika mı? Vay canına, e oradan sonra burası seni biraz boğmuş olmalı. Jun Woo'yla nasıl arkadaş oldun peki hemen, yoksa onu Amerika'dayken de tanıyor muydun?

Jun Woo'nun suratındaki ibne gülüşü bir anda yerini kocaman bir somurtmaya bıraktı. Rae Na:

-Yok hayır, aslında çok da yakın değiliz. İlk defa Hye Na'yle tanıştım, onlar da aynı sınıfta oldukları ve yemekhanede başka boş masa olmadığı için aynı yere oturduk. Arkadaş sayılmayız yani.

Jun Woo daha da somurttu. Arkadaş bile sayılmazlardı demek?

Jun Se:

-Arkadaş değilsiniz yani, o zaman ben sizin zamanınızı boşuna mı alıyorum?

Çekim ekibi komik bile sayılamayacak bu şeye güldü. Rae Na ters ters bakarken çocuk espri mi yaptı onu anlamaya çalışıyordu. Jun Woo araya girdi:

-Rae Na arkadaş sayılmayız da ne demek? En basitinden sıra arkadaşıyız bir defa! Rae Na bu olayı uzamasını istemiyordu. Ne diye bir tek kendisiyle konuşuyorlardı ki? Jun Woo'nun asıl arkadaşları diğerleri değil miydi? Rae Na:

-Tabi canım ne kadar yakınız ki şunun şurasında. Bence Jun Woo'yu asıl kendi arkadaşlarına sorun, eliyle Mae Jin ve Kang Jun'u işaret etti. (tabi o konuyu kendinden uzaklaştırmaya çalışınca Min Hye masanın altından Rae Na'ya iyi bir tekme sallayıp Rae Na'nın "manyak mısın ne güzel senle konuşuyorlar!" olarak algıladığı ölümcül bakışlarından gönderdi.)

Jun Se de üstelememeye karar verdi ve tekrar Jun Woo'yu döndü:

-Bu arada, Tae Jun bugün Japonya'dan dönüyor değil mi? Jun Woo:
-Bilmem, öyle miymiş? Jun Se:
-Tae Jun'la arkadaşsınız sanıyordum. Jun Woo:
-Tabiki arkadaşız! Ama biraz meşgul sanırım, en son geçen yıl Japonya'ya giderken görüşmüştük. Bugün mü dönüyormuş?

Jun Se cevap verecekken konuşması bölündü:

-Aslında döndüm bile, ben de her yerde seni arıyordum Jun Woo. Jun Se hyungun da burada olduğunu bilmiyordum.
-Tae Jun!

Tae Jun çekim ekibini selamlarken yanyana oturan Kang Jun ve Min Hye'ı gördü. Hiç düşünmeden gidip Kang Jun'a kayması için işaret verip aralarına oturdu:

-Kang Jun-ah! Uzun zaman oldu, hiç mi özlenmedim buralarda?

Min Hye eski arkadaşına ters ters bakarken Tae Jun karşısında oturan kızı farketti.

Yoksa.. 2 yıl önce tanıştığı bir arkadaşına ne kadar da benziyordu. Mümkün müydü ki? Sessizce:

-Rae Na?

Rae Na da aynı şeyleri düşünüyordu aslında, şansa bak, diye geçirdi içinden..

Kang Tae Jun.


Bitiş-